Abdulaziz Bayındır
1. Biyografi
1951 yılında Erzurum/Tortum'da doğdu. 1976'da Atatürk Üniversitesi Islami İlimler Fakültesi'nden mezun oldu. Bu yıllarda yörenin ilim adamlarından medrese usulüyle ilim tahsil etti. 1976'dan 1997 yılına kadar istanbul Müftülüğü'nde çalıştı. 1984'te Şer'iyye Sicilleri Doğrultusunda Osmanlılarda Muhakeme Usulleri isimli teziyle İslam Hukuku dalında doktor; 1987'de İslam İktisadıyla ilgili çalışmalarıyla doçent oldu. 1993'te Süleymaniye Vakfı'nı kurdu. 1997 yılında İstanbul Müftülüğü'ndeki görevinden ayrılarak İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne öğretim üyesi olarak geçti. 2003 yılında profesör oldu. Halen aynı fakültede görevine devam etmektedir.
2. Öne Çıkan Görüşleri
Bayındır, başlangıçta ülkemizde hakim olan dini anlayışa genellikle mensup biri olarak Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde görev almış ve pek çok müspet çalışmanın içinde bulunmuştu. Tüm geleneksel İslam anlayışından kopanlarda yaşanan türden bir değişimi aşama aşama yaşamış görünen Bayindir önce geleneksel itikadi ve ameli anlayışı eleştirip geniş Sünni bağlam içinde kalarak başka mezhepler ve görüşler arasında tercih etme şeklindeki yaklaşımı benimsemiştir. Özellikle akademi çevrelerinde yaygın olan bu hakim dini anlayışı da zamanla terk eden Bayındır, daha delil (özellikle hadis) vurgulu modern islahçı yaklaşıma yönelmiş, modern Hanbelilik, Selefilik ve nihayet ayet-hadis temelli bir dini anlayış inşa etmenin İslam tarihindeki en önemli ismi olan İbn Hazm'dan etkilenmiştir. Bu evrede Bayındır'ın yazılarinda ve söyleminde daha çok tarikatların dini anlayışlarına yönelik ağır eleştirilerin yer aldığı görülmektedir. Hatta tarikatlarla mücadele etmeyi adeta kendisine bir misyon olarak seçtiği söylenebilir. Burada modern islahçı selefiliğin tarikatlara karşı kullandığı şirk suçlaması Bayındır'ın bu evrede başlayıp hâlâ sürdürdüğü en temel söylemidir. Tarikat/Cemaat yapıları Türkiye'de geleneksel İslam anlayışının yaşatıldığı en önemli çevreler oldukları için Bayındır'ın tarikatlara yönelik eleştirisi bir süre sonra tüm geleneksel anlayışlara yönelik bir eleştiriye dönüşmüştür. Hurafe ve bidatlerle savaşma adına tarikatların pek çok uygulamasına sert eleştiriler getiren Bayındır'ın bu aşamada akademi ve yeni İslam anlayışlarının hakim olduğu çevrelerden çok ayrıldığini söylemek zordur. Ancak Bayındır'ın bu dönemdeki fikirlerini de ciddi anlamda değiştirdiği ve son yıllarda Türkiye'de gittikçe daha fazla dile getirilen tamamıyla yeni bir dini anlayışı benimsediğini görüyoruz. Bu yeni dini anlayış Kur'an-ı Kerim'i yegane kaynak yapıp tüm dini anlayışı bu kaynağı esas alarak yeniden okumak ve yapılandırmak şeklinde tanımlanabilir. Bu anlayışın'yeni' olması tarihte dikkate alınan hiçbir alim tarafından dile getirilmemiş olmasıdır. Ancak bu anlayışın, her ne kadar sonrasında çok farklılaşsa da modern islahçı selefilik anlayışından beslendiğini söyleyebiliriz. Ancak önemli bir fark selefilik Kur'an ayetlerini rivayet malzemesi ışığında anlarken "Kur'an İslamı" önerenler Kur'an'ın ayetlerini kendilerince okuyarak bir bilgi, anlayış ve amel üretmek istemektedirler. Bayındır'ın da mensup olduğu bu anlayışa aşırı selefilik adını vermeyi haklı kılan şu özelliklerdir:
a. Kur'an ayetlerini tipki selefilerin hadisleri okuduğu gibi zahiri oku
maya tabi tutar. Bayındır bu konuda o kadar ileri gitmiştir ki, Kur'an ayetlerine tefsirlerde ve gelenekte olmayan manaları vermiş, hatta bu amaçla klasik eserlerde, özellikle sözlüklerde mevcut bazı bilgileri aşırı yoruma tabi tutup olduğundan başka şekilde algılamıştır. İhtiyaç duyduğunda geleneğin temel klasiklerine referans yapsa da aslında Bayındır prensip olarak geleneğe hiç itibar etmez.
b. Kur'ancılar, Kur'an'ın geleneksel mezhep ve meşreplerce yanlış anlaşıldığını iddia ederler. Selefiler de özellikle fıkıh, kelam ve tasavvuf ekollerinin tarih boyunca ayetlerden-hadislerden saptıklarını düşündüklerinden onlara karşı bir mücadelenin gerekli olduğu kanaatindeydiler. Bu durum Kur'an İslamcılarında çok daha fazla vurgulanmakta, hatta geleneğe düşmanlığa kadar varmaktadır. Nitekim Bayındır; kelam, fikih ve fikih usulü gibi ilimlerle iştigal etmenin boş, beyhude bir çaba olduğunu söyleyerek ulemanın bu ilimlerle Kur'an'ı çarpıttığını ileri sürmektedir.
Diğer yandan Kur'ancılar kullandıkları yöntem açısından selefilikten beslenseler de Kur'an'a yükledikleri anlam ve rol açısından selefiliğin tam zıddı bir yaklaşımı benimsemişlerdir. Zira selefiler hadisler olmaksızın Kur'an'ın anlaşılamayacağını kabul ederler. Kur'ancılar ise kendi anladıkları anlam ile uyumlu olduğu takdirde hadise yer verip bunun dışında hadisi Kur'an'ı anlamak için bir zorunlu şart olarak kabul etmezler. Bayındır'a göre, Kur'ân tek kaynaktır. Sünnet ise Peygamberimizin Kur'an'dan çıkardığı hükümlerden ibarettir. Bu sebeple Sünnet, Kur'an'dan ayrı bir kaynak değildir. O, İslam alimlerince "sünnet" olarak tefsir edilen "hikmet" kavramını Hz. Peygamber'in, Allah'ın gösterdiği yöntemle Kur'an'dan çıkardığı hükümler olarak anlamaktadır. Adeta Hz. Peygamber'i Kur'an'ı yorumlayan bir alim saymaktadır. Gerçi o burada alim yerine Resul kelimesini tercih etmektedir. Bayındır Kur'an'da Hz. Peygamber için kullanılan nebi ve resul kelimelerine gelenekte bilinmeyen anlamlar verip bu manalardan hareketle yeni bir usul inşa ettiğini iddia etmektedir. Buna göre, Hz. Peygamber (s.a.s.) nebi olarak hüküm koyma yetkisine sahip değildir; resul olarak ise Allah'ın Kur'an vahyinde bildirdiklerini insanlara tebliğ etmektedir. Ona göre, Kur'an'da Resul'e itaat diye bir emrin olması, ama nebiye itaatin emredilmemesi bu ayrımı zorunlu kılmaktadır. Şöyle diyor: "Peygamberimiz, Allah'ın ayetini okuduğu sırada resuldür. Bunun dışındaki bütün davranışlarında nebidir. Bu sebeple nebi olarak helal veya haram koyamaz." Resul ve nebi kavramlarını yeniden tanımlayan Bayındır, Allah tarafından görevlendirilmemiş resullerden bahsetmekte, bunların da nebilere inen ayetleri tebliğ eden müminler olduğunu belirtmektedir. Ona göre alimler Kur'an'dakini tebliğ etmek yerine kendi yorumlarına başvurdukları için hataya düştüler; buna karşılık o, alimlerden farklı olarak kendisini Kur'an'dan konuşan kişi olarak ayrı bir konuma yerleştirmektedir. İlim ehli arasında nebi ve resul arasında bir fark olduğu dile getirilse de bu, Bayındır'ın anladığı şekilde nebilerin vahiy alan kişiler olduğu, buna karşılık nebiler ve diğer insanların da bu indirilen vahyi insanlara birebir aktaran resullerolduğu görüşü tamamıyla Bayındır'ın bir vehmidir. Bu görüşün Kur'an'dan temellendirilmesi mümkün olmadığı gibi buna bağlı yapılan bütün yorumlar da temelsiz iddialardan ibarettir.
Bayındır'in diğer tüm Kur'ancılar gibi ayetleri bağlamından koparıp onlara farklı anlamlar yükleme hastalığına düçar olduğu anlaşılıyor. Bunun en tipik örneği Kur'an'da geçen "O (Allah), geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü aydınlık kılandır. Şüphesiz bunda dinleyen bir toplum için ibretler vardır."(Yunus, 10/67) mealindeki ayette geçen "gündüzü aydınlık kılandır" ifadesinden gündüzün fiziksel tanımlamasını çıkarmış ve bilim adamlarının gece-gündüz tasavvurlarının yanlış olduğunu gündüzün kendisinin işık veren bir şey olduğunu iddia etmiştir. Halbuki ayet gece ile gündüzün insan hayatındaki işlevlerine işaret ederek Allah'ın kudretine dikkat çekmek istemektedir; amaç fiziki bir tanımlama yapmak değildir. Kur'an ayetlerinin bu şekilde bağlamından kopartılarak okunması aslında modern dönemde pozitivist bilim anlayışının etkisinde aşağılık kompleksine kapılan bazı aydınların Kur'an'ı bir tabiat bilimi kitabı gibi algılamalarının bir neticesidir. Aslınca onlar Kur'an'ın konu etmediği bir takım soru ve sorunları Kur'an'da varmış gibi değerlendirip olmadık yorum ve spekülasyonlara kapı açmaktadırlar.
Bayındır'ın Kur'an'ı yeniden okuyup kimsenin anlamadığı anlamlar çıkarma tutkusu onu genel olarak kabul edilen Islami hükümleri Ehl-i Sünnet ilim çevrelerinde emsali görülmemiş bir biçimde yorumlamaya sevk etmiştir. Bazı durumlarda hiçbir İslam mezhebinde öngörülmeyen manalar verdiği de müşahede edilmektedir. Tipik örneklerden bazıları şunlardır:
a. kader yoktur;
b. Allah insanın yapacaklarını önceden bilemez;
C Ecel kısalabilir;
d. Şefaat diye bir şey yoktur;
e. Peygamberlerin ismet sıfatı yoktur;
f. Yatsı namazı vakti geleneksel olarak yatsı namazının başladığı söylenen vakitte biter;
g. Teravih namazı meşru değildir;
h. Kadınlar, ådet günlerinde oruç tutabilirler;
i. Ölünün arkasından Kur'an okumanın ölüye bir faydası yoktur;
j. Müslüman bir kadın Müslüman olmayan biriyle evlenebilir.
Dini geleneği, mezhepleri ve geleneksel dini-kültürel yapıları sert bir şekilde eleştiren Bayındır, kendi kullandığı yöntemin en doğru yöntem olduğunu iddia etmekte ve geleneksel dini anlayışı "uydurulmuş din" olarak yaftalamaktadır. Öte yandan mezhepleri reddetmekte, tarikatları ise şirk unsuru olarak görmektedir.
3. Faaliyetleri
Kendi görüşlerini yaymak için 1993 yılında kurduğu Süleymaniye Vakfı, faaliyetlerinin merkezini oluşturmaktadır. Vakıfta ilahiyat fakültesi öğrencilerinin katıldığı programlar ve dersler dikkat çekmektedir.
Vakfın internet siteleri, görsel ve yazılı yayınları bulunmaktadır. On bir ayrı dilde yayın yapan internet siteleri vasıtasıyla görüşlerini bütün dünyaya duyurmaya çalışmaktadırlar.
Süleymaniye Vakfi; Hilal TV, üç ayda bir çıkarılan "Kitap ve Hikmet Dergisi", internet üzerinden yayın yapan Fitrat TV ve Radyo Fitrat aracılığıyla görüşlerini yaymaktadır.