Okulsuz Eğitimle İlgili Sık Sorulan Sorular

Okulsuz Eğitimle İlgili Sık Sorulan Sorular

SORU 1 : Okulsuz eğitim yapıyorum diyelim, çocuğuma müfredatı nasıl öğreteceğim? Lise Müfredatında dahi bilmediğim şeyler var.

CEVAP 1 : ABD'de çok ev okulu yapan var. Orada bir de istatistiki verileri çok iyi tutuluyor. Bizim üniversite giriş sınavına benzer bir sınavları var, SAT sınavı diyorlar. SAT sınavına giren öğrencilerden toplanan verilere göre, ev okulu yapan ailelerin çocukları, normal okullardan mezun çocuklardan akademik olarak daha başarılılarmış istatistiki anlamda.Üstelik işin ilginç yani anne-babanın üniversite veya ilkokul mezunu olmaları da bu başarı oranını etkilemiyormuş. Yani anne baba ilkokul mezunu da olsalar, lise mezunu da olsalar, üniversite mezunu da olsalar, ev okulu yapıyorlarsa çocukları SAT sınavında daha başarılı oluyorlarmış normal okullarda okuyan yaşıtlarına kıyasla.Çünkü ev okulunda maksat, çocuğa öğrenmeyi öğretmek. Ilkokulda veremeyeceğiniz bilgi yok zaten. Okuma yazma ve dört işlemi haydi haydi öğrenir her insan, hiç okula gitmese bile hayatın içinde mecburen. Sonrasında da kendi kendine ders çalışacak. Zorda kalırsanız etüt merkezleri var, çocukların okul sonrası gitmeleri için, oralara kaydettirebilirsiniz. İnternet üzerinde ders anlatan videolu siteler var. En olmadı bir liseli abla abiden yardım istersiniz, siz de karşılığında ona bir yardımda bulunursunuz.

(Pınar Tokelli)

 

SORU 2 : Çocuğum asosyal olur mu? Küçük bir yerde yaşıyoruz toplu etkinliklere katılma imkânım az.

CEVAP 2 : Benim kızım 5,5 yaşında çekingen bir çocuk. Bebekliğinden beri kimseye kendisini elletmez, öptürmez. Büyük gruplarla oynamayı sevmez vs. Oğlum da henüz 9 aylık. Her gördüğünün kucağına gider, herkes kendisiyle sohbet etsin ister vs. Yaradılışları farklı. Şimdi ben bu kızı sabahtan akşama kadar okulda tutsam da sosyal kelebek olmaz, bu oğlanı sabahtan akşama evde kapalı tutsam da yabani olmaz.Kaldı ki okullarda teneffüsler 10 dk. Yarım gün değil de tam gün giderse 45 dakika da öğlen teneffüsü hadi olsun en fazla 1 saat öğlen teneffüsü. Derslerde oyun oynamak, konuşmak veya başka herhangi bir şekilde çocukların etkileşime girmesi zaten yasak Bu çocuklar hangi ara sosyalleşecekler okulda? Oğlunuz kreşe gidiyor mu? Gitmiyorsak kreşe giden yaşıtlarından sosyallik anlamda bir geriliği olup olmadığını siz gözlemleyebilirsiniz zaten. Gidiyorsa da kreşteki sınırlı oyun ve etkileşim ortamını bile ilkokulda bulamayacağını biliyorsunuzdur zaten. Ama okulsuz eğitim diye eve kapanırsanız da olmaz. Mesela ben 7.000 nüfuslu bir ilçede yaşıyordum. Ondan daha mı küçük bir yerde yaşıyorsunuz bilmiyorum ama orada bile kütüphane vardı. Her ilçede yasal olarak kütüphane bulunmak zorundadır. Biz her hafta en az bir kere kütüphaneye gideriz mesela. Çevremizde yaşıt arkadaşlar buldum. Onların okulu bitince buluşuyoruz. Her hafta en az bir kere misafir kabul ediyorum ya da ben misafirliğe gidiyorum. Yakınlarda huzurevi, yetimhane, aşhane, köpek çiftliği vs hayır yapabileceğiniz yerler varsa, oralara düzenli geziler yapabilirsiniz. Mektup arkadaşı edinip düzenli olarak postaneye gidebilirsiniz. Pazara birlikte çıkıp alış veriş yapabilirsiniz. Hatta ben pazarda bir tezgâh edinip satış yapmaya bile başladım Aslında düşününce yapılacak çok şey var çocuğun sosyalleşmesi için.

(Pınar Tokelli)

 

SORU 3 : Peki diploma?

CEVAP 3 : Çocuğunuz için hangi mesleği hayal ediyorsunuz? Ben mesela geleceğin gözde ve para getiren mesleğinin tarım olacağını düşünüyorum. Çünkü artık herkes diplomalı, kimse üretim yapmayı bilmiyor. Herkesin diploması var ama gıda satın alacakları birileri olmazsa aç kalacaklar. Çocuğunuzu okula gönderirseniz tarım sektörüne giremeyecektir muhtemelen.Bu da bir seçim.Ben kızım için en çok aşçı, edebiyatçı ve/veya yüzücü olmasını istiyorum. En çok bu alanlarda mutlu çünkü. Ve psikologlar mesleğinde mutsuz olan insanlara "çocukken ne yapmaktan hoşlanırdınız" diye soruyorlar, doğru meslekte olup olmadığını anlamak için. Dilerse bu konularda diploma da alabilir ama diplomasız da çok başarılı olabilir, iyi para kazanabilir. Peki diplomalı bir iş yapmak isterse ne olacak? Dışarıdan lise diploması alıp üniversite sınavına girecek. Okula gönderilmeyip de üniversite okumak isteyenler hep böyle yaparlar zaten.

(Pınar Tokelli)

 

SORU 4 : Hangi dönemde okulsuzluktan bahsediyorsunuz? Okul öncesi mi? İlkokul mu, lise mi? Çocuk gerekli müfredatı nereden alacak?

CEVAP 4 : İlk hedefim çocuklarımı ilkokuldan kurtarmak. 1. Öğrenmeye karşı sevgilerinin söndürülmemesini istiyorum.2. Sürekli tekrarlanan bence yanlış davranışların minicik zihinlerinde "normal" olarak kayıt altına alınmamasını istiyorum. 3. Eğilimini keşfetmek için çocuklarımla daha uzun zaman geçirmem gerekiyor. Okula gitmesi-gelmesi-ödevi-projesi-giyinmesi-soyunması derken bize vakit kalmaz. Ne zaman kütüphaneye, ormana, inek sağmaya, çiçek koklamaya gideceğiz? Diğer çocuklar okuldayken bu işleri hallediyoruz. Onlar çıkınca ver elini serbest oyun. Evin orasına burasına da tuzaklar (sınırlı boyama-nokta birleştirme-resimli dergi-lego) koydum mu, yeme de yanında yat .

(Merve Safa Likoğlu)

Oğlum bu yıl ilköğretime başladı, 3 yaşından beri benimle anaokulunda idi, son 2 yılda ise ben diyanette çalışırken o özel kreşte vakit geçirdi. Şartlar böyleydi böyle oldu. Okulsuz eğitim grubundayım çünkü ilk dörtten sonra oğlumu okula göndermek niyetinde değilim. Açık öğretimden okul kısmını halledip okulda geçirmesi gereken 7 saatlik dilimlerde başka şeyler ile vakit geçirmesini arzu ediyorum. Hafızlık, bir dili konuşabilir anlayabilir seviyede öğrenmek, ilgisinin olduğu bir sanatla meşgul olması(şu an ney gibi), düzenli olarak spor yapabilme imkânı ve benim nerdeyse tüm gençlik hayatımın merkezinde olan vakıf dernek çalışmaları gibi. Sistem dışarıda kanalize edemediği genci okulda uzun saatler tutarak o potansiyel gücü durağanlaştırmak ve bir nevi zararsız hale getirmek derdinde bence. Benim derdim de onun yaratılışında içine yerleştirilen cevheri keşfetmesine ve istediği alanda canla başla çalışmasına keyif almasına bunu yaparken de öğrenmesine vesile olmak, bunun için tüm imkân ve gücümü seferber etmek. Okulsuz eğitim grubunda olmak sistemin içinde bulunup esnek bir öğretmen olmama yardım ediyor. Şu an okulluyuz evet çünkü esnek bir öğretmenimiz var ama bir gün okulsuz olmamız çok da uzak değil.

(Ayşegül Uyar)

Grubun geneli üniversiteye kadar Okulsuz eğitim istiyor. Üniversiteyi de uzaktan eğitim veya açık öğretim sistemi ile okuyanlar var aramızda. Gerekli müfredat nedir? Önce bu konuda anlaşalım. Permutasyon öğrenmiş miydiniz lisede? Ben öğrenmiştim. Hatırlamıyorum şu an. Dolayısıyla gerekli müfredattan kasıt, lise diploması almak için gerekli olan kitabi bilgi ise, açık öğretimde ortalaması 45 olanı geçiriyorlarmış, çocuğum tüm matematiği öğrenmese de olur. Matematikten 20 alır, Türkçe'den 80 alır, diplomayı da alır. Çocuğunuzun hangi mesleği icra etmesini istiyorsunuz? Benim kızım 5,5 yaşında. Bütün gün drama yazıyor, oynuyor ve yemek yapıyor. Kızımın tiyatrocu, yazar ve/veya aşçı olmasını istiyorum. Bu meslekleri icra etmek için diplomaya ihtiyacı yok. Ha, yarın öbür gün bir sürpriz yapar da doktor olmak istiyorum derse, açık öğretim ile lise diploması alıp, üniversite sınavlarına hazırlanır. Olmadı yurt dışına gider, Türkî cumhuriyetlere çok giden oldu zamanında. Ben üniversitede öğretim görevlisiyim. Yurtdışında okuma imknlarını da biliyorum, Türkiye'de nasıl diploma alınabileceğini de biliyorum. Elimden geleni yaparım çocuklarımın isteklerine uygun bir eğitim hayatları olabilmesi için. Ömrümüz varsa tabii ki görürüz inşallah o günleri.

(Pınar Tokelli)

 

SORU 5 : Okula gitmezse nereden arkadaş bulacak?

CEVAP 5 : Her ortamı değerlendirin. Ağustos ortası yeni bir şehre taşındık. Kasım başına kadar bütün mahalleyi turladim. Çocukları oynarken izledim. Benimkiler kimiyle gidip oynadı, kimiyle oynamadı, hiç ses etmedim. Halini, tavrını yakın bulduğum her çocuğa "Merhabalar, biz yeni taşındık, şu evde oturuyoruz, bahçemize oynamaya gelin" dedim. Kış girdi araya, o sırada sadece ev oturmaları oldu. Şimdi döküldü çocuklar sokaklara tekrar. Yolda görseler hal hatır sorarlar, bize gelirler. Mahallenin çocukları ile yürüyüşlere çıkarız. Çiçeklerden, böceklerden bahsederiz.

(Merve Safa Likoğlu)

 

SORU 6 : Peki medreseler hala olsaydı, tercih eder miydiniz? Hocasız anne baba tamamen yeterli olabilir mi? Yeni İbn Sina’lar Farabi’ler yetişebilir mi?

CEVAP 6 : Medrese zamanları ile bugünü karşılaştırmak mümkün değil. Her şeyden önce o zamanlar el yazması kitaplar okullarda ya da saraylarda bulunurdu. Saraya girecek kadar nufuzlu değilsen medreselerde hocanın eteğinde kitaba ulaşman gerekiyordu. Ve bu sebepten eski alimler sadece bir hoca ile yetinmez, ilim olduğunu duydukları her yere giderlerdi. Şimdi ise üniversitede okuyanlar bile okula gitmeden istediği bilgiye ulaşabiliyor.

(Deniz Sudagidan)

Medrese denince herkesin aklına İbn Sİna, Farabi gibi buyuk isimler geliyor. Hayatlarına bakin, çoğunun hoca silsilesinin basında ya babası yahut babasının bir arkadaşı olan üstad vardır. Hafızlık ve temel bilgileri, mantığı, dini ilimleri, hatta bir iki dili evde eğitimle almışlardır. İlmi kendilerine bir hayat biçimi olarak seçmiş ve o yolda yürümeye başlamışlar; medreseler bu yola karar verdikten sonra hayatlarına girmiştir. Ki medresede aldıkları eğitim üst düzey bir eğitimdir ve ilim öğrenmekten ziyade ilim yapmaya dayanır. Medrese dönemi bir nevi hocadan ders alırken ona şerh, haşiye yazmanın başlangıcına tekabül eder. Öte yandan kişisel biyografileri medreseler üzerinden değil, hoca silsilesi üzerinden yazılır. Yazılı kültürün günümüzdeki gibi olmadığı o dönemde tek tek hoca-talebe ilişkisi kurarak bunları kayda geçirmek muazzam bir şey. Öğrenim tamamen bireysel bir süreç ve öncelik bireysel ilişkilerde, hoca medresede olsa bile. Öte yandan kadim dönemde tek öğrenim yeri medrese yahut mektep değildir. Hatta bunların ortaya çıkışı sonralara dayanır. Camiler, kütüphaneler, siyasi büyüklerin evleri, ilim meclisleri, tekkeler vs. gibi farklı sosyal-ilmi ortamlardan bahsedilir kitaplarda. Yine medresede eğitim birebir ilişkiye yahut sohbet meclislerine dayanır ve sırf bu sebeple yolculuklar yapılır. Dolayısıyla hayat farklı, algi farklı, sistem farklı. Bir diğer mesele de medresenin kadim dönemde sadece ilmiye sınıfı yetiştirmiş olmasıdır ki ilmiye o dönemde tıbbı, kimyayı, fiziği içine alan bir şey olmasına rağmen daha ziyade teorik. Medrese size sadece ilmiye sınıfına mensubiyetin kapısını açar, kadılık ve onun üst makamlarına yetiştirir ki bazı alimlerin bu yolla geçim sağlamadığını, başka mesleklere sahip olduğu görülür. Medresede meslek erbabı yetişmez, günümüz açısından bakıldığında sadece hekim yetişir. O da tabii ki usta çırak ilişkisi üzerinden, medreselere bağlı hastanelerde... Yani herhangi bir meslek için kimse size medrese icazeti sormaz. Bu biraz iyi eğitim sisteminden kastınıza bağlı. Eğer bununla sizin, bizim, birilerinin yahut herkesin ihtiyaçlarına cevap veren hatta çocuğun bireysel özelliklerini göz önünde bulunduran bununla birlikte yine bilgiyi dayatmaya dayalı yahut salt meslek edindirmeye ve diplomaya yönelik bir sistem ise yine de ikna olmayabilir bazı anneler. Yahut tam tersi, çocuğun merak ve ilgisini yüksek düzmeye tutarak ileri seviye bir ilmi- mesleki eğitim vermesi lakin kişilerin dünya görüşünü, kültürel kodlarını dikkate almaması da caydırıcı bir sebep olabilir. Burada mesele eğitimin niteliği değil, mesele zorunlu eğitim ve tek tip müfredatın problemleri. Bununla birlikte burada kimse tek başıma çocuğuma sadece ben öğretebilirim iddiasında değil zannımca. Tam tersine benim okulsuz okumalarımda gördüğüm, dünyadaki herkesin bir şeyler öğretebilecek, öğrenme merakını tatmin edecek bir durumda olduğu iddiasıyla salt okulla ve öğretmenle sınırlamadığı. Biz hayatin her anında öğreniriz, zorunlu eğitimin getirdiği algıyla bunu unuttuğumuz için okulsuzdan amaç bir nevi zihinleri, hayatları, hatta annelerin babaların ve dahi çocukların ruhlarını özgür bırakmak. 

Gelelim tasavvufa. Siz tasavvufu şeyh-mürid ilişkisi üzerinden okuyup böyle söylüyorsunuz, haklısınız. Ben ise size tasavvufu başka bir yönüyle yorumlarım. Tasavvuf kişiye özel bir eğitimdir, öyle ki salt efendi mürid ilişkisindeki bireysellik değil, meşreb meselesi de devreye girer. Eski efendiler, karakteri, kişiliği, meşrebi o tarîkatin haline münasib olmayanı tekkelerine almazlar, başka yerlere yönlendirirlerdi. Hatta tarîkatlerin zikir usulleri kişiliklerin bir ifadesidir. Mevlevi meşreb adamı rufaîliğe kabul etmezler. Ayakta zikir, oturarak zikir, gizli zikir, açık zikir bu karakter özelliklerinin bir ifadesidir. Ve dahi tarîkatlerin bu özelliklerine göre şekillenmiş sosyal sınıfları vardır. Tabii ki bunlar kesin sınırlar değildir, lakin mesela eski dönemde esnafın, meslek erbabının tarîkati naksîlik, askeriyenin bektaşîlik, ilmiyenin mevlevîlik idi. Buradan böyle kesin ayrımlar çıkaramayacağımızı tekrar söyleyeyim sadece bireyselliğe dikkat çekemeye çalışıyorum. Öte yandan tekkeler, dergâhlar tam olarak bizim anladığımız anlamda bir okulsuz eğitim yuvasıdır. Düzenli ders halkası olsun ya da olmasın, kişi bunlara katılsın katılmasın orada bulunmak bile öğrenmeyi tetikler. Siz en mükemmel bir sistem olsa bugünkü anlamda zorunlu eğitim algısının bu özel ilişkiyi doğurabileceğini mi düşünüyorsunuz? Zorunlu eğitimin algısı modern dünyaya yönelik bir algıdır, nefsi, ruhsal, kişisel yolculuğu ön plana çıkaran bir algi değil!

(Emine Özkanlı Saykal)

 

SORU 7 : Bir Türkiye gerçeği var. Siz çocuklarınız için okulsuzluk isterken, başka çocuklar zorunlu eğitim sayesinde eğitim imkânına kavuşabiliyor.

CEVAP 7 : Herkes yaşanmışlıkları üzerinden bakıyor okulsuzluğa.Bunda beis yok. Fakat münferit örnek verilecekse okula gitmeyip pişman olan çocuklara karşı gidip fiziksel ve ruhsal zarar gören çocukları da örnek verebiliriz. Yüzlerce örneğini de konuştuk bunların. Ama benim hareket noktam okul karşıtlığı değil. Hareket noktam, bu bir hak meselesi. İki konuyu netleştirmemiz gerek. 1. Çocuk üzerinde tasarruf hakkı kimindir?2. Devlet eğitim konusunda otorite mi olmalı hizmet sağlayıcı mı? Şu an devlet bana diyor ki, çocuğunun ilkokul öğretmenini ben seçerim, değiştiremezsin. Müfredatı ben belirlerim karışamazsın. Tanıdığım iki aile var. Birinin çocuğu fiziksel ve ruhsal şiddet gördü öğretmeninden, değiştiremediler, kız hâla kabuslarla uyanıyor. Bir diğeri çocuğunun öğretmeni şizofren çıktı, çocuklar darma duman oldular. Sorun şu ki bu ailelere seçenek sunulmadı. Hadi gönderen göndersin(dayakçı olanı beğenen veliler de var) ne ala. Fakat benim çocuğuma duyduğum sorumluluk gereği, eğitimini yakinen takip etme, ilgilenme ve şekillendirme özgürlüğü ile ilgili talebim niçin başkalarının suiistimaline karşı engellensin ben onu anlayamadım. Bu bir hak meselesi ve ben ahirette tek sorumlu ilan edileceğim bir konuda, çocuğumun eğitimi konusunda daha fazla seçenek ve özgürlük talep etmeyi başkalarının hak kıı ihlal olarak değil bilakis birincil sorumluluğum olarak görüyorum.

Peki okulsuzluk yasallaşsa suiistimal edilir mi? Olabilir. Şu an okul zorunlu. Suiistimal ediliyor mu, evet. Cemaatler, gruplar ev okulu yapıyor mu, evet. Medreseler var mı, evet. Okulsuz aileler var mı, evet.

Yani insanları vazgeçiremezsiniz. Sadece merdiven altına çekersiniz. Bence korkuya gerek yok. Devlet eğitimde hizmet sağlayıcı olmalı. Ev okulu yasallaşmalı. Böylece takibi de daha kolay olur. Birkaç aylık periyotlarla çocuk gözlemlenebilir. Bunun yöntemleri var. Devlet bunları yapamayacaksa neden var? Yeter ki ama yeter ki eğitimde çoğulculuğa, özgürlüğe aile inisiyatifine izin verilsin. Biz kendi topraklarında Farklı eğitim metodunu bırakın tamamen farklı dinlere eğitim serbestisi veren hakların bu hakkını korumayı görev bilen bir coğrafyanın evladıyız. Şu anki bu tablo içimi acıtıyor.

(Zekiye Baykul)

 

SORU 8 : Niçin bu çabalarınızı eğitim sisteminin topyekûn düzeltilmesi için harcamıyorsunuz? O zaman 50 yılda alacağınız sonucu daha çabuk alırsınız. Hem diğer çocukların okula gidiyor oluşunu görmezlikten gelmek bencillik olmuyor mu? Okulsuzluk yasallaşsa bile çoğu çocuk okula gidiyor olacak.

CEVAP 8 : Benim gibi okulsuz eğitim verenler de evde ev okulu yapanlar da mevcut eğitim sisteminin topyekun düzeltilmesi için -mesela sınıflarda öğrenci sayısının azaltılması, ders müfredatlarının yeniden düzenlenmesi, laboratuar ve atölyelerin çoğaltılması gibi - konularda en büyük desteğiz. Nasıl mı? Bizler çocuklarımızı okula yollamayınca, sınıflardaki öğrenci sayısı azalacak. Bizler okul dışı atölyelerin çoğalmasına neden olacağız, onlar da faydalanacaklar. Öğrenci sayısı azalınca milli eğitimin yükü azalacağından laboratuarları da çoğaltabilirler. Müfredatı düzeltmek zaten velilerin elinde olan bir durum değil ama bizim çocuklarımız örnek olacaklar inşallah. 20 sene sonra bakarlar ki müfredat dışı eğitimle başarılı olan insanlar var, o zaman okula giden çocukların velileri baskı yaparlar belki, bizim çocuklarımız da bu şekilde farklı müfredat ile eğitilsin diye. Bir de tam farkında değil kimse sanırım ama biz okulsuz eğitim için 50 yıl uğraşmayı bırakın 1 gün bile uğraşmadık, zaten okulsuz eğitim veriyoruz biz hâlihazırda. Sonucu da alıyoruz zaten çocuklarımızı görenler, kendi okula yollama kararlarını bir daha gözden geçiriyorlar. 2 aile mesela okula göndermemeye karar verdi, beni ve çocuklarımı gördükten sonra.

(Pınar Tokelli)

Şahsen bir çok farklı ülkede farklı pedogojilerin farklı okul sistemlerini gördüm, çocuğumu götürdüm, denedim. En kaliteli okullardan birkaç tane gördüm. Ama maalesefe her sistemin bir tarafı iyiyse diğer tarafı bana uymuyordu. Daha sonra anladım ki hiçbir bina ve akım çocukları bir araya toplayıp aynı konuları işleyerek herkesi memnun edemez. Her çocuk, her aile farklı. Bu farklılıklar törpülenmeden işleyen bir sistem göremedim. Herkesin aynı doğrultuda hassasiyetleri olan bir nevi izole edilmiş br okul da bence doğru değil. Sonuç: Okulsuzlukİsviçre’de Gymboore adlı en pahalı anaokuluna gönderdim. Teknik imkânlar çok güzeldi. Başlarda çocuğun da gözleri kamaştı. Ama mesele teknik ve çevresel faktörleri mükemmelleştirmekle bitmiyor. Öğretmenlerin metodları çok iyiydi ama hem çocuk istemedi hem de zamanla fark ettim ki oraya gitmek bir angaryaya dönüşmüştü. Sonra bir devlet anaokuluna gitti. Sonra sınıf içinde oturma kurallarının olmadığı, sınav sisteminin olmadığı bir waldorf anaokuluna gittik. Orada da bir çok veli ileri sınıflarda ortaya çıkan bazı meselelerden şikâyetçiydi. Ben de yoğun ikon kullanıldığından oraya gidemedim. Orman anaokuluna gittik. Çocuklar mangalda et pişirip yiyor. Oraya da domuz eti hassasiyetimiz sebebiyle gidemedik. Viyana’dan montessori gruplarını biliyordum. Birleşik Arap Emirlikleri’ne geldiğimde özel okullar askeri düzen gibi geldi. Memnun olmasam da Alman anaokuluna gönderdim. Bunlar beni ve benim gibileri memnun etmediyse, Türkiye’deki sistemi, neye çevirirseniz çevirin yine memnun etmeyecek.

(Deniz Sudağıdan)

Benim tüm yorumlardan anladığım şu.Öğretmenler sistemden şikayetçi Öğrenciler sistemden şikayetçi Veliler sistemden şikayetçi Ve ben sistemin içinde sistemi değiştirmeye çabalamalıyım. Almayayım.

Ev okulu yasallaştığında Okulsuz Eğitime destek verenler % 30 değil, %1 değil %0,1 bile olmayacak. Fakat bu %0,1 sayesinde önümüzdeki 50 yılda ülkemizde büyük bir eğitim devrimi olacak. Yani bencillik değil bilakis bu kadar yoksunluk içerisinde bir adım atarak fedakârlık bile yapıyoruz sayılır.

(Merve Safa Likoğlu)

 

SORU 9 : Çocuğun bir yemeği yiyip yememesini bile onun özgürlük alanı içerisinde görürken okula gidip gitmemesi noktasında nasıl bu şekilde baskıcı olabilirsiniz? 

CEVAP 9 : Ben çocuklarını doğumdan itibaren vegan veya vejeteryan yetiştiren ya da üç yaşından itibaren kız çocuklarının başını bağlayan ailelere de saygı ile yaklaşıyorum. Benim bu tarz yaklaşımlarım yok, çocuğum içkinin tadına bile bakmak istese baktırırım. Çocuğum okula gitmek isterse de gönderirim ama inanın gerçek anlamda okulsuzluk felsefesi ile yetişen hiçbir çocuk, okuldan çıkan çocuklara imrenme ile bakmıyor. Bakın okuldaki çocuklara hangi gözle bakıyorlar. Kızım ilkbaharda bir zaman yakınımızdaki okulun önünden geçerken durdu, parmaklıkların arasından okul bahçesini izlemeye başladı. Ben de küçük oğlanla oynuyorum o sırada. Bekledim bekledim, kızım sıkılmıyor, dikkatle izlemeye devam ediyor. Yüzündeki ifadeden de anlayamıyorum hislerini. Ben de yaklaşıp sordum "Kızım sen de arkadaşlarla orada oyun oynamak ister misin?" Kızım bana cevap vermek yerine, gözlerini çocuklardan ayırmadan bana soru sordu: "Anne o çocukları niçin anne babaları oraya kapatmışlar?" dedi. Beklemediğim bir soruydu, zaman kazanmak için "Nasıl yani?" diye sordum :) "O çocuklar oradan çıkabiliyorlar mı?" dedi, "Hayır anneciğim" dedim. "Neden oraya kapatıyorlar peki onları, ceza mı veriyorlar?" dedi. Kızımı okula götürüp bırakırsam nasıl hissedeceğini gayet iyi anladım, kesinlikle oraya kapatmayacağım çocuğumu.

(Pınar Tokelli)

 

SORU 10 : Henüz okullarını ve eğitim sisteminin düzenleyemeyen bir MEB var önümüzde. Sizce MEB’nın evde eğitimi denetime ve yönlendirmeye gücü ne zaman yeter?

CEVAP 10 : Kontrolden kasıt daha çok çocuğun suiistimalini engellemek. Denetim ise çok kolay.

(Deniz Sudagidan)

Doğruyu söylemek gerekirse inanın hiç düşünmedim bu konuları. Mümkün olacağını sanmıyorum çünkü. 7-8 sene içinde en az 4 büyük sınav yapan MEB'nın sınavsız bir sistemle çocuk eğitiminin mümkün olacağına inanacağını hiç sanmıyorum. Ben sadece "örnek" olabileceğimi düşünüyorum. Bakın bugün okulsuzluk bu kadar yaygınlaştı ise dünyada en büyük nedenlerden biri ABD'de yapılan istatistikler. İstatistiki bilgilere göre okulsuz eğitim "mezunu" öğrenciler üniversite giriş sınavında daha başarılılar. Bu tür bir "örnek" olma hali karşısında yavaş yavaş bir değişim gerçekleşecektir. Şimdi ağzımla kuş da tutsam "radikal" bir karar almış oluyorum.

(Pınar Tokelli)

 

SORU 11 :  Bu grupta yayınlanan günceleri okudum. Lütfen bana kızmayın. Allah aşkınıza şu yaptıklarınızı okulsuzluk adına mı yaptınız? Her çocuk için olağan günlük aktiviteler değil mi ki bunlar. Benim sizlerin grubunda okulsuzluktan anladığım, çocuklarınızın hayatında okul mesaisi olmada ,günlük yaşama devam etmek. Hiç bir çocuk olmamıştır ki yaşamında defter ve boya kalemleri olmasın, az veya çok arkadaşları ile oynamasın, bir böcek farklı bir çiçek gördüğünde, hele kedi ve köpekse, derin alaka ile başından ayrılamasın. Okulsuz eğitim bizde anlaşılamıyor henüz -acizane şahsi kanaatim- Çocuğun erkenden okul atmosferine, zorluğuna girmesinin önüne geçip, çocukluğunu-ya da bebekliğini- yaşaması olarak görülüyor. Geçen gün de dedim, bunu benim annem de -bilmeden- yapmıştı zaten, kardeşimi bu sebeple ana sınıfına göndermedi.

Cevap 11 : Çocuklarınız büyüdüğü için olayı anlayamıyor olabilirsiniz. Çocuklar artık böyle yaşamıyorlar. Biz büyük bir savaş içerisindeyiz. Çocuklar sürekli ekrana baktırılıyorlar, neredeyse tüm gün. O yüzden bizim çocukları günlük hayatın içine katma çabamız çok ama çok değerli. Anneniz bunu hiçbir şey yapmadan yapabilirdi. Ama bizim çevrede on-yüz-bin-beş-yüz tane mükemmel uyaran varken bunları yapabilmek büyük bir başarı. Evden çocuklarla çıkmak, fazla uyarana alışmış çocukla tek tek konuşarak, ayrıntılı açıklamalar yaparak hayatı birlikte öğrenmek, sabrını her daim dengeli kullanmak. Bunlar çok zor bugün. Bu bizim imtihanımız. Bugünün annelerinin imtihanı…

Bir çocuk olmasın ki defter boya kalemi olmasın, bir çiçeğe bakmasın demişsiniz. Hocam evler boya kalemi sokaklar çiçek dolu. Ama çocuklar boya yapmıyor.  Boya ne yahu, onlar akıllı telefonda beyinleri akarcasına şeker kırıyorlar. Ağızlarından salyalar akıyor. Üzgünüm bu kadar ağır konuştuğum için ama bu böyle. Bir de bu gözle bak. Biz zamane annelerini anlayacaksın. Çiçeklere bakmak mı? Evet, her çocuğun fıtratında çiçeğe böceğe bakmak vardır. Ama yine etrafa bak, aman daha fazla bilgi öğrensin diye okula aktivitelere, ihtiyaçları görülüp doyurulsun diye AVM'lere çekelenen, "hadi yürü hadi koş" denilerek sözel şiddet gören çocuklar göreceksin. Biz bunları yapmıyoruz. O yüzden yaptıklarımız çok kıymetli.

(Merve Safa Likoğlu)

 

SORU 12 : Acizane bir abla tavsiyesi  çocuklarınızın için yapacağınızın en iyi şey ; onlara kitap okuma sevgisi ve alışkanlığı kazandırmak.

CEVAP 12 : Biz de öyle yapıyoruz. Kitap okuyoruz evde bol bol. Çocuklara da kaliteli kitaplar alıyoruz. Az ama öz. Onlar da bazen kendileri okurmuş gibi yapıyorlar, bazen getirip okutuyorlar. Bazen bir gün içerisinde benden çok kitap oku(t)muş oluyorlar. Bazen bambaşka gündemlerimiz oluyor gün boyu kitaba bile bakmıyoruz. bir not: benim kızçem de sevdiği kitapları ezberliyor, bu konuda daha ayrıntılı bilgi vermeni rica edeceğim.Bir de oğlanlarla nasıl bir süreç yaşadınız onu da dnlemek isteriz.

Bir de ben pek ayrıntılı yazamıyorum. İnsanlar yılmasın usanmasın diye. Ama siz istediniz diye yazayım. Basit işlerin içerisinde çok yoğun şekilde informel bilgi veriyorum çocuklarıma. Bu sabah neşe olsun diye sene sonu provalarına götürdük bebeleri. O sırada bir resim çizdi oğlum.-"Annecim, vikinglerin yaptığı oyuncak canavarın gözlerinden ateş çıkıyor. Peki canavar  niçin yanmıyor" demişti.Meğer gözlerinin olduğu yere kazanlar içinde kömür asmışlar. Bunu öğrenmiştim. Tekrar sormasını bekliyordum. Tam da istediği, yoğun şekilde derinleştiği, gözlerini gözlerime diktiği anda kömürün oluşumunu şu şekilde tarif ettim.-Annecim bazı maddeler uzun yıllar yerin altında kalarak önce kururlar, ardından yerin altındaki diğer minik minik taşlarla birbirlerinden etkilenirler ve uzuuuun zaman içerisinde dönüşürler. Mesela odunlar. Eski ağaçlar bazen sellerle yıkılır, üzerine toprak gelir. Uzuuun yıllar içerisinde kömüre dönüşürler. Sonra madenci amcalar onları çıkarırlar. Ve insanlar ısınmak ve yemek pişirmek için kömürleri kullanılar.Biz oğluşumla böyle muhabbet ederken kızımsa "karaya oturmak" deyimini merak etti. Ona da "bazen gemiler kıyıya çok yakın yerden geçer. Kıyı denizin kenarıdır. Azıcık su kocaman gemiyi taşıyamaz.  Bazen de bir ada'ya çarpar. Orada kalıverir. Ve yüzemez. İşte biz de ona "karaya oturmuş" deriz, dedim..O sırada yanında velisi olan tüm çocuklar akıllı telefonla oyun oynuyordu. Kendimi övmek veya ötekileştirmek için söylemiyorum. Bu benim tercihim. Zor bir hayatım var. Ama seviyorum

 

SORU 13 : Çocuklarınızı bilgilendirmenizi takdir ediyorum, bunun farkındayım. Takipteyim zira. Farkımız, ben çok aceleci ve heyecanlı bir yapıya sahibim. Siz hazır bulunuşluklarını bekliyorsunuz.. Ben her gördüğümüz enteresan durumu, sormalarını beklemeden izaha çalışırdım. Sizin ana sınıfına göndermediğiniz o süreç içerisinde çocuklar yabancı dil öğreniyor, basit fen deneyleri yapıyor, sporun bir alanında branşlaşıyorlar. Evet küçük bir kesim de olsa bunu yapıyor. Sizin çocuklarınız ileride bu çocuklarla yarışacaklar. Hayatın gerçeği bu..

CEVAP 13 : Evet, hazır bulunuşluk. Bu çok önemli… Ben de çok aceleciyimdir. O kadar zor geldi ki başta. E serde öğretmenlik de var. 24 saat tepelerinde idim. Gitgide düşürüyorum bu oranı.

Çiçeğe böceğe yönelme halen tabii. Yalnız öğrenilmiş çaresizlik diye bir şey var. Çocuk bir yöneliyor iki yöneliyor. E anne ve babadan ilgi yok, çiçeğe sevgi yok, doğaya bakmak yok. E çocuk da tıpkı evebeyni gibi kafasını gömüyor ekrana.

Ve o yabancı dil öğrenen çocuklar var ya, sonra benim önüme geliyor. Hatırladıkları birkaç kelime. Ve üzgünüm en çok da küfürleri hatırlıyorlar. İyi örnek yok mu, var elbet. Ama o çocuk hazır zaten öğrenmeye. Evde de çok basit şekilde öğrenebilir. Ve bir de büyüyünce yurtdışına gider. O kelimelerin 25 katını öğrenir. He iki dilli yetiştirme diye bir şey var. Kız kardeşim İngiliz mütercim-tercümanlık mezunu. O bile girişmedi o işe. Tek kelime konuşmaması gerekiyormuş diğer dilde.

Burada aktif yaklaşık 100 anne var. (2015 Ocak) Hepsi benim takip ettiğim kadarıyla meraklı minik abonesi. Basit fen deneyinden yıkılıyor ortalık. O kadar banalleşti ki öyle şeyler. Her gün bir aktivite bir deney bir resim bir kes yapıştır yapsak da gün içerisinde kayboluyor, gözükmüyor bile. Yani okulsuz çocuklar bunları biliyor yaşıtları gibi.Farkları serbest zaman geçirebilmeleri, ilgi alanlarını kendileri tespit edebilmeleri ve veli gözetiminde o alanda gelişebilmeleri, evlerinde veya dışarıda ebeveynleri ile güven duydukları alanlarda oldukları için özbakım becerilerinin gelişebilmesi.

(Merve Safa Likoğlu)

 

SORU 14 :  Bazı gruplar, çocuklara Kur'an-ı Kerim okumayı öğretme hususunda neredeyse uzmanlaştılar. Tecvitle öğretiyorlar 5 yaşındaki bebelere. Henüz çok küçükler nasıl okuma yazma öğrenecekler dediğimiz 5 yaş çocukları, okuyup yazabildiler. Çocuklar muhteşemler. İyi veya kötü, ne verirsen almaya hazırlar. O da anne, baba ve çevre faktörüne bağlı. Ne işine yarayacak demeyin. Biraz tecrübe biraz da nasipse torunlar için.

CEVAP 14 : Hocam hem de ne uzmanlaşma! 3 yaşa kadar gördüm ben. Ama o uzmanlaşılan çocukların 8 ila 15 yaş hallerini de gördüm. O yüzden Kuran’ı Kur’an-ı Kerim’i ı yüzünden okumayı öğretmek eşit değildir Kur'an ahlakı vermek. 28 Şubat süreci ile birlikte okul öncesi kuran öğretilen ilk nesil şu anda 13 yaşında. Toptancı yaklaşmak istemiyorum. Ama bu böyle. Lafza takıldık kaldık, manayı es geçiyoruz.Ayrıca lütfen sorun, araştırın. Okulsuz ananeler/babaneler olsa grupta, kızı/gelini yarım gün çalışırken evde torunları bakan. Sonra kendi günü diğer yarısında çalışan. Ne güzel olur!  Benim en büyük hayalim, oğlum/kızım "seviyorum ulen" derse, "evlendirelim len" deyip erkenden ananeolmak. Ama tabii hazır bulunuşluk önemli... Gelin/damat arayamam. Hazır bulsun getirsin.

(Merve Safa Likoğlu)

 

SORU 15 : Tam olarak neyi kastettiğinizi anlayamadım. Bu çocuklar hiç mi okula gitmeyecek?

CEVAP 15 : Evvela belgeler bölümündeki yazıları okuyabilirsiniz. Çeviriler röportajlar yaptık, örnekler koyduk. Fikir verecektir. Okula hiç mi göndermeyeceğiz? Grupta yalnız anaokulu düzeyinde okula göndermeyen olduğu gibi, sonrasında da göndermeyen var. Hiç bir kademede göndermemeye niyeti olanlar olduğu gibi, ilköğretim dönemi eğitimini ailede alsın sonrasına sonra bakacağız diyenler de var (ben mesela). Herkesin yolculuğu ayrı… Ben oğlumu anaokulu yaşında iken (şu an 6 yaş) 5 gün ve uzun saatler eğitim veren, içeriğini bilmediğim ve müdahil olamayacağım bir anaokuluna göndermeyi hiç düşünmedim. Şanslıydım ki bir arkadaşımın alternatif eğitim veren vakıf okulu çabaları vardı. Ona destek verdim. Eğitimi montessori ile güçlendirdik. Haftada 3 gün 4 saat oyun odaklı bir çalışmaydı. Prensip olarak 5 gün eğitim vermeyen bir yer. Hiç duydunuz mu? Anneler 5 günü o kadar istedi ki halbuki. Hepsi de ev hanımı idi. Hayır dedik. 3 gün sosyalleşecekse 2 gün evde olacak bu çocuklar daha bebe.. Son yıl oğlum haftada 1 gün o anaokuluna devam etti..Geri kalan günlerde günleri ev okulları, geziler vs ile doldu zaten. Bir şekilde yolumun kesiştiği değerli arkadaşların (eğitimci veya değil) peşini hiç bırakmadım. Çocuğumla kurduğu değerli bağın devam etmesi için elimden geleni yaptım. Halen ev okulu yapıyoruz haftada 1 gün 3 saat(2015 Ekim). Her hafta ev sahibi başka bir çocuk oluyor. Hem manevi hem sanatsal eğitim görüyorlar. Mutfakta ustalaşıyorlar. Ayrıca evde bilim okulu adını verdiğimiz bir program daha başlattık. Her hafta bir anne hazırlanıp çocuklara deney yaptıracak. O konu hakkında çocuklara isterlerse kitaplar okuyacak. geri kalan 2-3 saat serbest oyun olacak. Demem o ki iyi bir arkadaş çevresiyle içeriğini sizin belirlediğiniz doyurucu bir eğitim çerçevesi oluşturmanız mümkün. Yerel kütüphaneyi botanik bahçesini ziyaret edebilir, bir yakınınızın pastanesinde pasta üretimini gösterebilirsiniz. Biz en son okulsuz anneleri toplantısında Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi'ni ziyaret ettik. Osmanlı çileği diktiler. Farklı bitkileri tanıdılar.Çıkarken oğlum dedi ki: burası benim okulum değil mi anne? Şirin Abi de (bahcevan)  öğretmenim. Evet oğlum hayat senin okulun, bilgisini seninle paylaşmaya gönüllü, içten herkes de öğretmenin.

(Zekiye Baykul)

 

SORU 16 : Okulsuz yetiştirmek istediğiniz çocuğunuz üniversiteye gitmek istediğinde nasıl olacak? Okulda edinilen akademik bilgiden geri kalmayacak mı? Okulda verilen akademik eğitim üniversiteye girişte avantaj sağlamayacak mı?

CEVAP 16 : Öncelikle okul dışında eğitim alması bir çocuğun akademik bilgiden mahrum olması anlamına gelmiyor. Sadece bu bilgiyi anlamlı bir şekilde ve hazır bulunuşluk hissettiğinde alması anlamına geliyor. Okulsuz çocuklar test kitaplarını eğlence olarak çözebiliyor. ABD ve Kanada'da yapılan araştırmalarda bazı ev okullu çocukların bazı akademik alanlarda okullu yaşıtlarının 4-5 sınıf ötesinde olduğu görülüyor mesela. Kendi kendisiyle yarışan ve test usulünü kendine uygun bulan çocuklar da var. Kendileri hazırlanıp üniversite eğitimi alan da var, bunun için ders kurs yardım alan da… Öte yandan, bir kişinin üniversite giriş sınavında istediği puanı alması için kaç yıllık bir akademik eğitim birikimi olmalı sizce? 12 mi? 8 mi? 4 mü? Bence çok daha kısa bir süre yeterli. Ama bu süreden daha önemlisi, hedef ve istektir. Örnekle anlatayım. Benim abim MEB’in tüm kademelerinde okullu eğitimden geçti. Zayıf bir öğrenciydi özellikle lisede. Lisede bir bocalama yaşadı ve üniversite sınavına hazırlanmayı reddetti. Doğrusu müziğe alakası ve üstün bir yeteneği vardı ancak bu ailede hüsnükabul görmedi. O da yüksek eğitimi boş verdi. Bomboş(!) geçen bir yıldan sonra ne oldu biliyor musunuz? Sınav sonuçları geldiğinde arkadaşlarının hepsinin güzel yerlere yerleştiğini gördü. Beraberce aylak aylak dolaştığı arkadaşı diş hekimliğini kazanmıştı. Şoke oldu. Daha sonra azmetti, bir yıllık yoğun çalışma ile ertesi yıl istediği bölümü (o zaman işletme popülerdi) kazandı. Yani onu harekete geçiren biriktirdiği akademik bilgi değil, kendi içsel motivasyonu idi. Akademik olarak boşlukları vardı dershanede bunları kapamak için yine kendisi çaba gösterdi. Bunu, istediği için ve istediği zamanda yaptı. Hikâyenin bundan sonrası daha çarpıcı… Bölümünden zamanla nefret etti, o işi de birkaç yıl tecrübe ettikten sonra tamamen bıraktı. Asıl ilgi alanına döndü, sıfırdan başlayarak ses teknisyenliğine giriş yaptı. Bu işin hamallığından başladı o kadar diyeyim. Ağır amfileri, bir gün başında ses yönetmeni olmayı hayal ettiği kontrol masalarını elleriyle omuzlarında taşıdı. Nasır toplamış ellerini gördüğümde onun için seviniyordum. Çünkü artık ne istediğini biliyordu. Şu an tüm o çıraklık yıllarının ardından Türkiye’nin en iyi ses teknolojileri firmasında bir numaralı ses teknisyen eğitmeni olarak çalışıyor, ses yönetmenlerine yeni ses teknolojileri eğitimini o veriyor, uluslararası platformlarda ülke ülke dolaşıp, hayalini kurduğu ses mühendisliğinin eğitimlerini yerinde alıyor. Geçen gün Sultanahmet Cami’nin yeni ses düzeneği için hazırladığı örnek simülasyonları gösterdi, ağzım açık bakakaldım. Bu mimarlık, mühendislik, tasarım hepsini içeren büyük bir projeydi. Ve bunun için hiç yorulmadan çalıştığına şahit olunca anladım bir insanı yüksek eğitime götüren asıl şeyin ne olduğunu. İşte o şey hedefine kilitlenmiş bir azim ve istek…

(Zekiye Baykul)

 

SORU 17 : Diyelim ki eşinizle uzun uzun düşünüp taşınıp yolunuzu okulsuzluğa çevirdiniz. Mükemmel bir uyum var gibi gözükse de çocuğunuz ısrarla okula gitmek istiyor. Ne yaparsınız? Bu soruyu anaokulu, ilkokul ve ortaokul düzeyinde ayrı ayrı ele alabiliriz. 

CEVAP 17 : Çocuğum 12 yaşına gelene kadar onun sağlığını, ruhunu, zihnini zararı olduğunu düşündüğüm/emin olduğum bir şeyle ilgili tercih bana aittir ve sorumluluğu benimdir. Bu yaştan sonra eğer okula gitmek isterse gider. (12 yaş okulla ilgili bir sınır benim için başka konularda daha erken kendi kararlarını alacak elbette)

Daha önce neden 12 yaş ile ilgili bir sınır koyduğum sorulmuştu başka bir postta şöyle demiştim: 

Ben 7-8 yaşında olsa da göndermem mesela zorunda kalmadıkça. Bu bile bile sigara içirmek gibi bir şey benim için. Etrafında olup biteni olduğu gibi emeceğini ve bunun düşünce biçimini tamiri zor biçimde etkileyeceğini biliyorum. Emici zihin... Zihnini, ruhunu, karakterini böylesi bir yağmadan fırsatım var ise korumak da sağlığı korumak kadar görevim. Onun bedeni ehliyeti olana kadar bana emanet. Şu an koşulları kabullenme yaşında ve bu 12 yaş civarına kadar böyle olacak. Zararlarını kendisi bulamaz sadece emer çevresini, içselleştirir. Aynı TV mesajları gibi seçmeden gömer zihnine. Bunlardan korktuğum ve yasakladığım için değil etkisinden emin olduğum ve bir tercih olarak hayatıma sokmama hakkına sahip olduğum için  bunların hepsi bütüncül benim için. Fırsatım var ise neden hayatıma sokayım? inanmadığım bir şeye neden kapımı açayım ki? Bu yüzden oturur anlatırdım. Aynı sigara konusunda yapacağım gibi. Zararları bana göre şunlar ama eğer istersen şu yaşa geldiğinde gidebilirsin. 6 yaşındaki çocuğumu istiyor diye ilkokula yazdıramam. Dediğim gibi sağlık ve güvenlik sınırları içine giriyor bu yaşlardaki bazı şeyler benim için. Haa göndermek zorunda kalırsam karalar mı bağlarım, korkar mıyım? Hayır. Çocuğumu destekler koşullar uygun biçimde donatırım elimden geldiğince. Çok çabalamam gerekir evet ama orası ayrı mesele. O istedi diye yapmayacağım çok az şey var. Okul da bunlardan biri. 

10-11 yaşlarındayken Anadolu Lisesi sınavlarında tercihimi yatılı okullardan yana yapmıştık. Yalova'da oturuyordum ve İstanbul'daki birçok iyi Anadolu Lisesine gidebilecek puanlar alıyordum denemelerde. Tercihlerimi yaptık işte ne bileyim Kadıköy Anadolu vs. Özel okullar sınavı için de birçok liseyi yazmıştık. Sonra iki sınav formundaki tercihleri de annemler bana sadece karar bildirerek değiştirdiler ve Yalova Anadolu Lisesi'ne gittim. Kolej sınavında Robert Kolejini burslu kazandığımı öğrenince çok üzülmüştüm. Annemleri suçlamıştım. Ama bu kısa sürdü. Henüz ortaokuldayken bu kararla ne kadar iyi bir tercih yaptıklarını anlamıştım. O yaş benim sadece kendi arkadaşlarım ne yapıyor ben de onu istiyorum diye tercih yaptığım, başarılı öğrencinin nasıl olması ve nerelerde okuması gerektiğine dair sistemin yönlendirmelerine tamamen kapıldığım yaşlardı. Yatılı okumanın ne demek olduğunu bilmiyordum ama deli gibi istiyordum. Bu mesaj çok güçlüydü okulda. Ben onların yerinde olsam ben de aynı kararı verirdim bu kararı kızıma bırakmazdım mesela. Bu büyük bir sorumluluk… Küçücük omuzların taşıyabileceğinden fazla… Sen istedin ve o yüzden yaralandın mı diyeceğim bile bile neler olacağını. Bunu grupta birçok kere dile getirmişimdir. Mevcut düzende alışılmadık bir yaşam biçimim, alışılmadık tercihlerim, garip düşüncelerim var. Etrafım benim gibi olmayan insanlarla dolu. Dini inançları farklı, tüketim tercihleri farklı, çocuk yetiştirme biçimleri farklı, sistem hakkındaki fikirleri farklı... Onların evlerinde televizyon var, benim evimde yok, onların çocukları prenses kıyafetleri ile büyüyor, Pepe diyor, Calliou diyor, Elsa diyor benim çocuğum bunları bilmiyor. Onlar paket gıda tüketiyor, ben tüketmiyorum. Onların çocukları kreşe gidiyor benimki gitmiyor. Onlar AVM'ye gidiyor, benimki gitmiyor. Onlar şehirde büyüyor, benimki köyde büyüyecek vs vs vs... Korkmuyor muyum? Ya çocuğum bunlardan etkilenirse? Ya çocuğumun aklı karışırsa? Ya çocuğum tutturursa? Ya çocuğum kendini mahrum bırakılmış hissederse? Ya çocuğum benim istemediğim yollara saparsa? Anlık olarak korkuyorum doğru. Bir an endişe ediyorum... Sonra diyorum ki kendi kendime biz böyleyiz onlar da öyle. Bu kadar basit... Sonra kızımla konuşuyorum bazen içimden bazen dışımdan... Hayır diyorum merak etmen çok doğal. Onlar farklı şeyler yapıyorlar. İnsan farklı olanı denemek tecrübe etmek ister. Merakını, arzunu anlıyorum. Bunu merak ettiğin için kötü bir çocuk değilsin... Bizim yaşam tarzımıza, düşüncelerimize, inancımıza uymayan bir şeyi istediğin için kabul görmez biri değilsin. Sana anlatacağım nedenlerimizi. Senin sağlığını, güvenliğini, ruhunu, zihnini korumak için vermem gereken bir karar bu. Biz bunun zararlı olduğunu düşünüyoruz. Onlar böyle düşünmüyor ya da bilmiyor olabilir. Bu anlatımda ya da benim hislerimde bir mahrumiyet yok. Mağduriyet yok. Kurban olmak yok. Kızıma anlatamayacağım hiçbir tercihim yok. İçimde bir ikirciğim yok. İnandıklarımla yaşantım arasında bir çelişkim yok. Yaptığım her şeyden ve yaşadığım hayattan doyum alıyorum. Ben güçten ve konfordan daha doyurucu bir şey ile üretiyorum: tatmin duygusu. Çocuklarımın da bunu tatması için elimden geleni yapıyorum. İçimdeki biricik doğruya güveniyorum. Başka insanların, sistemin doğrularından korkmuyorum, korkudan ya da düşmanlıktan beslenmiyorum, sadece tercihlerimle yaşıyorum. Çocuğumun ileride seçeceği şeylerle de barışık hissediyorum kendimi. İnsan olmanın temel değerlerini benden görüyor ve gerisini kendiyle şekillendiriyor. Bu benim çocuğum. Yanında ve dinlemeye hazır olduğum. Kontrol edenden çok dost olduğum. Vaktini sistemden çok benimle geçiriyor/geçirecek. Bu yüzden bir kaygıdan beslenmiyorum. Anlatması zor... Bütün bunları neden yazdım? Şu yüzden... Topyekûn sistemle ilişkimiz çocuğumuzun sistemin içinde kendini mağdur ya da mahrum hissetmesine neden olabilir. Bu bizim sistemle ilişkimizle ilgili olduğu kadar çocuğumuzla ilişkimizle de alakalı bir durumdur. Nasıl anlattığımızla, nasıl yaklaştığımızla, nasıl dinlediğimizle ve anlama çabamızla... Kendimizi anlama çabamızla da ilgilidir, bizden farklı olan insanlara bakış açımızla da... inançlarımızla tercihlerimizin uyumu ile de.. Aslında çocuk 'anne neden beni okula gönderdin!!!' diye de isyan edebilir bir gün. Belki de okula göndermeyi zorunlu kabul eden aileler için bir kolaylıktır hatta çünkü devlet zorunlu diyor yavrum sen de gideceksin demek.. Göndermemenin sorumlusu benim, hesabı ben vereceğim, göndermenin sorumlusu sistem, hesabı kimse vermeyecek... Daha doğrusu çocuk hesap soramayacak. Sistemin basamaklarını 'normalde olması gereken' olarak kabul ettiğimiz için içsel olarak bu soruyu hep ya bir gün okula göndermedin diye bizi suçlarsa olarak soruyoruz. içsel olarak bir şeyden mahrum bıraktığımızdan şüphe ediyoruz. Kendi mahrumiyetlerimizi düşünüyoruz belki kendi çocukluğumuzla empati kuruyoruz (mahrumiyetimiz okulla ilgili olmak zorunda değil). Bir gün çocuğum yaptığım birçok tercihle ilgili olarak bana keşke diyebilir. 'O zaman sen ve ailemiz için bunun doğru olduğunu düşünüyordum ama görüyorum ki bu seni yaralamış ve o zaman bunu fark etmemişim. Seni anlıyorum ve dinlemeye hazırım... İyileşmen için elimden geleni yapacağım, yanındayım' diyeceğim. Her şeyi kontrol edemem ama hislerine, düşüncelerine saygı duyup, dinleyip, anlamaya çalışıp, yanında olabilirim.

Okul ile ilgili mahrumiyet hissedenlerin nasıl düşündüğünü az çok anlayabiliyorum. Zorlama hissettiklerini, konuşamadıklarını. Bu okuldan çok ailenin konuya yaklaşımı ve tavrı ile ilgili bir durum gibi görünüyor bana.. Hissettiğimiz acı belki biraz da anlaşılmamanın acısı. Benim için durum farklı. Hayatımız tercihlerimizle bir uyum içerisinde ve burada bir zorlamadan ziyade kendiliğindenlik var. Bunu anlatmakta zorlanıyorum her zaman. Belki bir gün hah tamam şimdi oldu dercesine anlatabilirim 

Kızımı dinliyorum. Her gün… Bütün dertlerini ve duygularını. Ben kendim iyileşiyorum. Her yaramdan, her derdimden... Kızıma model oluyorum, iyileşmeye… Hayatta başımıza gelenlerden ibaret değiliz çünkü. Tercihler yaparız. Ailemiz biz küçükken yapar. Değişebiliriz, iyileşebiliriz. Ben kızıma en çok buna model oluyorum işte. İyileşmeye, değişmeye, değiştirmeye. Koşullarımızın kurbanı değiliz. Böyle hissediyorum. Neyin mümkün olduğuna dair inancımız değişirse her şey değişir.

(Şule Seda Ay)

Bizde bu oldu. Kızım geçen sene anaokul düzeyindeyken bunu istedi ve bende tam doğru mu yanlış mı yapıyorum düşüncelerimden dolayı okula yolladım. Ama evde eğitim konusunda ne kadar doğru bir karar aldığımızı Anladık. Kızıma anlattım. Evde eğitimi daha eğlenceli kılmaya çalışıyoruz. Sonuç: birinci sınıfta ve evde eğitim yapıyoruz. Arada tuttursa da şu anda onun için ve ailemiz için en uygun kararın bu olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Şimdi iyi. Bizim durumumuz biraz farklı. Odelia'da disgrafi var. Bu el yazısı saçmalığı çok zor onun için. Normal yazı da bile bayağı bir zorlanıyor. Dün konuşuyorduk bu konuyu onunla. İstersen okula gidebilirsin dedik. Şimdi hem matematikte hem de okumada yaşıtlarından bayağı bir önde. Kaçırdığın bir şey olmayacak dedik. Arkadaşının ev ödevlerini görünce karar değiştirmiş

(Tuba David)

Soruyu tersinden soralım. Diyelim ki çocuğunuzu okula göndermeye karar verdiniz. Eşinizle kararlısınız, tam bir uyum. Ancak çocuk okula gitmek istemediğini söylüyor. Ne yaparsınız? Onun özgür seçimi diye içinde ukde kalacak diye hemen kararınızdan vazgeçer misiniz? E napalım gitme o zaman diyebilir misiniz? Yoksa çocuğun duygularını ve ihtiyaçlarını da dikkate alıp, aile kararlarınız çerçevesinde uyumlanması için uygun bir hareket biçimine mi karar verirsiniz? Son söz sizde mi olur çocukta mı?

İşin doğrusu bu bir aile kararı olarak kabul edilir, 1. sınıfa başlatılan çocuğun bu karara uyum göstermesi için binbir yol denenir. Aksi, bir seçenek olarak bile sunulmaz. Burada şöyle bir algı varsa eğer ‘Okulu seçen aile ikna, ödül, ceza Allah ne verdiyse  her yolu deneyebilir, Okulsuz eğitimi seçenler ise çocuğu istemezse zinhar kararında ısrarlı davranamaz, çünkü çocuğun hakkına girer.’ diye. I ıh. Bu bende oturmuyor. Yanlış anlaşılmasın, ben ailelerin kararlarına çocuklarını hazırlamalarını son derece doğru buluyorum. Mantıklı olan da budur. Benim de aynını okulsuzluk yönünden yapıyor olmam bir tür hak ihlali veya umursamazlık gibi görülüyorsa orada bir bakış problemi var demektir. Yani demem o ki, okul kararını veren ailenin bu karara çocuğunun uyum sağlaması için elinden geleni yapması kadar, farklı bir yolu seçen ailenin de çocuğunu buna uyumlandırma hakkı vardır. Bana göre göreceği ana eğitimin çerçevesini belirlemek çocuğa değil aileye düşer. Ayrıca bir çocuğun okula gitmek istemesinin altında pek çok sebep olabilir. Madiha Hashmi’nin röportajını okuduysanız, onun çocuğu da bir dönem okula gitmek istemiş. Ancak konuşunca bunun okul servisine binme merakından ve okul çantası takma isteğinden olduğunu anlamış annesi. Hemen bir gezi için okul servisi ayarlamış. Okul çantası da almışlar. Sonra çocuk bir daha okul dememiş mesela.

(Zekiye Baykul)

 

SORU 18 : Okula gitmemiş arkadaşlarım var. Okul ile ilgili konular açıldığında keyifleri kaçar onları okuldan uzak tutanlara adeta nefretle bakarlardı, daha sonra okul imkânı bulduklarında deli gibi okula derslere sarıldılar. Deli gibi çalışma ve başarma hisleri hâlâ devam ediyor, İs ortamlarında da bu hırsları devam ediyor. Bu tepkileri yaşamamak için ne yapmalı? 

CEVAP 18 : Okulsuzluk ailenin durumuna yani eşler arası ilişkiye, çocuğun mizacına, annenin maddi manevi bu yola kendini ne kadar hazır hissettiğine ve daha birçok etkene bağlı olarak aileden aileye fark edebilir. Tek bir okulsuzluk yok bence... Mesele okulsuzluktan kastın ne olduğunu anlayabilmek... Bence okulsuzluk birey olarak kendine yetebildiği, yetemediği yerde yardım alabileceği bir dünya insanın etrafımızda olduğu bilincini yaşamamız. Yani bu bir süreç, benim açımdan tekamül sureci, bir yol... Şunu unutmayalım bir insan birşeyi gerçekten kendi iç dinamikleriyle istiyorsa bunun peşine düşer ve öğrenir. İnsan merak ettiği kadarını alabilir. Benim ebeveyn olarak yapabileceğim merakını uyandıracak argümanlara donatmak etrafını. Bunu sadece maddi olarak düşünmeyin. Arkadaşımla yaptığım bir istişare veya bir yemeği yaparkenki deneyselliğim… Hayatın kendisi yani...

(Mümine Baykul Ballı)

Merhaba. Gözlemlere dayalı bu tip endişeler bence çok haklı. Güzel bir konu başlığı… Bahsedilen örneklerde çocuğa rağmen okula gönderilmediği çok açık… Okula gönderilmeyen çocuğun neden gitmediğini içselleştirmediği ve zorlama ile yaptığı çok açık. Çocuk bunu elinden alınan bir hakmış gibi görmüş bu örneklerde. Çocuğa okula gitmeme nedeni nasıl anlatılmış? Okula gitmeme nedeni neymiş? Belli ki çocuk bu nedenlere inanmadığı gibi bu nedenlerin ona yapılan bir haksızlık olduğunu bile düşünmüş olabilir. Evde okula gidebilen bir erkek kardeşi varsa mesela? Ya da çocuğun ilgisi gönderildiği kursa değil de okulda verilen bilgiye yönelikse? Çocuğa yapılan başka baskı ve zorlamalar varsa... Okulsuzluk felsefesi bu baskıların hiçbirini kabule etmediği için okulsuzdur. Okulun baskısını bile reddeder. Ancak yine de çocuğa rağmen değildir. Kızım isterse 12 yaşından itibaren okula gidebilir. Duruma göre denemek isterse belki daha bile erken. Şartları iyi değerlendirmek gerekiyor. Bahsedilen örneklerde bir yara varmış gibi görünüyor. Duygusal bir yaraya neden olmuş. Okulsuzluk bütüncül bir felsefe… Sadece okuldan almak değil, çocukta hayattan geri kalıyorum hissini de yaratmamak için özgüven ve özyeterliliğini zedelemeyecek bir ebeveynlik tavrı da gerekli aynı zamanda. Bazen bizim inançlarımız bizi herkesin yapabildiği bir şeyden alıkoyar. 28 Şubat sürecinde başörtüsü nedeni ile okula gönderilmeyen kız öğrenciler bir haklarını kaybetmiş gibi hissetmişlerdir örneğin. Bunlar toplumsal yaralar. Bu süreç bizim okulsuzdan daha farklı. Bence başka şeyler konuşuyoruz şu an. Kişisel nedenlerini bilmek gerekiyor. Evdeki durumu, aile ilişkilerini… Okul yerine nerede eğitim aldıklarını ve bu eğitimin onların arzuladığı eğitim olup olmadığını. Ben çocuğumun dilediği şeyi dilediği gibi öğrendiği, vaktini dilediği gibi geçirdiği bir süreçte bahsediyorum. Böyle bir yara öngörmüyorum ama dediğim gibi kızımın istekleri her zaman daha ön planda. 12 yaşına gelmiş bir çocuğu zorla evde tutmam asla.

(Şule Seda Ay)

Bence bu gönderide bahsedilen algı ve okulsuz uygulama ile bizim bakış açımız arasındaki temel fark şu olabilir. Bu aileler kendilerini sistem içerisinde görmüyorlardı. Sistemi ötekileştirmişlerdi ve kendi hayat biçimlerinin, bakış açılarının ve dünya görüşlerinin sistemi tamamen dışında olduğunu düşünüyorlardı. Bu dışarıdalığı sağlayan olara göre belki dindi, belki başka bir şey. Dolayısıyla sistemin içinde büyümüş olsalar dahi kendilerini oradan hissetmiyorlar, kendileri gibi çocuklarının yaşam biçimlerinin de sistemin yargılarınca kabul görüp görmemesini umursamıyorlardı. Temel saik din olmayabilir derken ne demek istediğimi daha iyi anlatmak için bir örnek vermek isterim. Benim babam yüksek öğrenim gördü. Yüksek öğrenim bitip de büyük şehirden memlekete döndüğünde babasının işinin başına geçti ve tahsiliyle ilgili olmayan işler yaptı. Büyük şehirde gördüğü yaşam biçimine zamanla yabancılaşmaya kültürel kodlarıyla yaşamaya başladı. 

Bu süreçte temel motivasyon kaynağı din olmadan, sadece kültürek kodlar sebebiyle iki ablamı okula göndermedi ama onlara evlenene kadar “oyalanacakları” bir mecra açtı, kursa gönderdi. Ablalarım 16 yaşında evlendiler. Ama hâlâ okul konusunda kendilerini haksızlığa uğramış hissederler. O zaman için babamın kafasında kız çocuklarıyla ilgili başka bir algı yoktu, yaşadığı kültürde kızlardan diploma yahut meslek talep edilmiyordu. Sistemin kültürel kodların içine sızacağını ve algıların tamamen değişeceğini öngöremedi. Bir başka deyişle değişimin zaten başladığını ve kızlarının sistemden zarar göreceğini yahut sistemin kabullerine uymadıkları için kendilerini kötü hissedeceklerini fark edememişti bile. Hatta benim zamanımda da böyleydi. Ama hayat değişti, bakış açıları değişti. Ablalarım sadece mesleki bir diplomanın olmamasının değil entelektüel olarak kabul görmenin bile diplomaya bağlı olduğu bir dünyada kendilerini kabullendirme sıkıntısı yaşamaya başladılar. Temel ilgi ve yetenekler konusunda okullulardan bir farkları Olmadığını biliyorlardı, bu yüzden kendilerini kanıtlamak için bir takım çabalara giriştiler ve bu süreç onları çok yıprattı. 

Bize gelince, biz sistemle mücadele ediyor, onun dışına çıkmaya çalışıyoruz ama aslında sistemin tam da içinde yaşadığımızı, sistemin bu yaşa kadar bütün algılarımızı yönettiğini biliyor, çocuklarımızın da yaşadıkları ortam itibariyle o sistemin içinde olacaklarını biliyoruz. Bu yüzden mesela gruptaki çoğunluk bir yandan sistemin dayattığı algılardan kendilerini yahut çocuklarını kurtarmaya, korumaya çalışsa da, bir yandan " okulsuzluk diplomasızlık demek değil" diyor, meslek edinmeyi, hayata üretken bir şekilde adaptasyonu, ilgi ve yeteneklerin neşvünema bulmasını önemsiyor. Diplomanın da bunun sistemce kabul görmesi açısından gerekli olduğunu düşünüyor. Çünkü çocuklarımız böyle bir dünyaya doğdular ve muhtemelen –kendi özelimde- her ne kadar sistemin değişiminden ümitli olsam da bu sürcin yavaş olacağını düşündüğüm için birer yetişkin olarak böyle bir dünyaya adım atacağını biliyorlar. Dolayısıyla bizi sistemin dışına dışına çıkaran şey temelde dini ya da kültürel saikler olsa bile artık ötekileştirdiğimiz bir sistemin çocukları hiç etkilemeyeceğini düşünerek hareket edemeyeceğimizin farkındayız.

Buradaki temel mesele, çocuklara sistem algısına yenik düşmemeleri için gerekli donanımı sağlamak ama eğer sosyal kabul onlar için önemli olacaksa onları bu imkânlardan da uzak tutmamak ama bu imkânları kullanacakları sırada kendilerinin ve ona dayattıkları şeylerin farkında olmalarını sağlamak...

(Emine Özkanlı Saykal)

Benim konumum bu iletide bahsedilenlerin tam tersi. Benim de kendimce sorunlarım var. Bu iletide bahsedildiği gibi bir sonuç ortaya çıkmaması için kendimce önlemler alırken, çocuğunu gönül rahatlığı ile okula gönderenlerin gönlü o kadar rahat olmasın diye de kendi durumumdan bahsedeyim.

Ben doktoramı bitirene kadar 30 sene okudum, okulluydum. Hep başarılıydım, takdir belgeleri, kazanılan burslar, spor başarıları vs. Deli gibi çalışma ve başarma hissinin zerresi yok üzerimde. Avukatlık ruhsatımı çerçeveletip duvara astım, doktora diplomamı almadım bile (4 sene oldu). İş ortamımda zerre hırsım olamadı, tükenmiştim zaten oraya gelene kadar. Mesleğimi çok seviyorum zaten, işimi de seviyordum ama doçentlik tezi yazmak çok gözümde büyüyor. Neden? Diyorum. Neden okudum bu kadar? Amaç neydi? Ne sonuca varmayı bekliyorum? Bugün öleceksin, 2 yıllık ömrün kaldı deseler ne yapmak isterim? Doçent olmadan ölürsem üzülür müyüm? Dolayısıyla çok büyük başarı ile okuyan çocuğunuz da sorun yaşayabilir ileride. Bunun garantisi yok. Gözümüzü açık tutmamız lazım her durum için. Tatminkâr bir yaşam hazırlop gelmiyor, çok emek istiyor. Ne kadar ekmek, o kadar köfte. Eğer bir işi kolay tarafından yapıyorsanız, size bir zararı vardır kesin, buna emin olabilirsiniz. Her şey için geçerli bu... İkincisi ben 3. nesil çalışan kadındım ailemde. Anneannem de, annem de çalışıyorlardı. Annem hâlâ çalışıyor, bana maddi destek oluyor sağ olsun.(2015 Aralık) Ben ne yaptım? Bir tas yemek pişirmeyi bilmezken, elime toz bezi almamışken ev hanımı oldum. Kardeş bile bakmamış (tek çocuğum), kucağına bebek almamış biriyken tüm zamanımı çocuklarımla geçirmeye başladım. En ağır geleni de sınıf arkadaşlarım aile geçindirirken ben eşimin kazancı ile yaşamaya başladım. Ne kadar ağır olduğunu tahmin edebilir misiniz bilemiyorum? Hem fiziken, hem de psikolojik olarak çok çok ağır geldi. Çok zorlandım. Halen de zorlanıyorum. Ama bunu kişisel gelişim olarak görüyorum. Hani eskiden tekkeye yeni bir derviş almadan önce nefsini yok etmesini isterlermiş ya? Öyle bir dönem geçirdim. Halen de geçiriyorum. En yakın arkadaşıma 6 senede bir kere "çok yoruluyorum" demiş bulundum ki değildi kesinlikle sadece dertleşmek içindi "Eee, sen istedin, kim dedi sana evde otur" dedi. Kendisi bir çocuğu kreşe, diğerini okula yollayıp, kişisel olarak kendisini ileri götürmeyecek maaşlı bir işte çalışıyor. Benim de öyle yapmam bekleniyordu. Üstelik benim, beni zengin edecek, bana mesleki anlamda şöhret getirebilecek bir de işim vardı. Şimdi de çocuklarıma bağımlı olmakla suçlanacağım anladığım kadarıyla... Ama bağımlı değilim. Bunu ben biliyorum, başkası bilmese de olur.

(Pınar Tokelli)

Pınar hanımın yazdıklarını okuyunca aklıma geldi. İşinizi kendi isteğiniz ile bıraktınız değil mi? Ben kendi tercihimle bırakmadım. Şartlar hamileliğimde aldığım izni sonuna kadar kullanmama ve sonunda istifama vesile oldu. İlk zamanlar şartları da biraz zorladım. Nefis terbiyesi dediniz ya, o süreç bana biraz ağır geldi. Doktoraya devam ediyordum ama artık gün boyu oturup çalışacak ne zamanım ne de bir ofisim vardı. Dersten çıkınca özlemle ve sevinçle kendisine koştuğum bir oğlum vardı. Bir sure sonra zorlamayı bıraktım. Sonra evde ne kadar mutlu olduğumu fark ettim, sonunda da doktorayı yarıda bıraktım. Sistem sorgusu hep devam eden bir şeydi benim zihnimde. Ama kendimi hiç ev hanimi olarak hayal etmemiştim, anneliğin, evin, serbest okumanın, özgürlüğün benim zihnimi bu kadar açacağını tahayyül edememiştim. Doktorayı bırakırken eşim, yarın öbür gün pişman olabilirsin diyerek on beş gün düşünmemi istedi, ilk gün kararımı vermişim, on beş gün onu benim mutlu olduğuma nasıl ikna ederim diye düşünerek geçti. O kadar emindim kendimden, o kadar sakin ve tereddütsüz ki hala bu kararımla ilgili eleştiri ve soru alıyorum: Geri dönmeyi düşünmüyor musun gerçekten? Söyleyeceğim şey su: sistem sizi öyle bir çıkmaza sokuyor ki bütün okulların sonunda, iş meselesi yoluna girdiğinde, hayat tam da sistemin "başarı" olarak algıladığı yola girdiğinde mutsuzluğun dibinde bile yaşıyor olsanız geri dönüşüz olmayabilir. Benim - okul hayati boyunca okulu pek çok kez bırakma girişiminde bulanan biri olmama rağmen-  şansım şartların istifaya zorlamasıydı. Bu şansım olmayabilirdi, okul hayati boyunca yaptığım bütün sorgulamalar şikayetlerle devam edebilirdi. Ama elimden değiştirmek gelmezdi. Öyle bir şeyi düşünmeyebilirdim, sistem içinde elimden gelenin en iyisini yaparken kendimi kandırıyor olabilirdim ve bütün bunları bana okul yapmış olurdu. Ama bizim çocuklarımızın böyle bir zorunluluğu olmayacak inşallah. Tercihlerini yaşayamayacak kadar körelemeyecek zihinleri. Çünkü okul yanında okulsuzluğun, üniversite mezunu olmanın yanında yüksek öğrenim görmemiş bir zanaatkar olmanın mümkün olduğunu, yine değerli, yine mutlu, yine itminan bulmuş olabileceklerini bilecekler. Bu idrak, mezkur kompleks, toplumsal baskı, yaşanan bütün o kendine zulüm çeşitlerinin önüne geçmez mi? Samimi soruyorum. Her an okulu, işi, hayatta sizi boğan sistem kaynaklı ne varsa onu bırakabileceğinizi ve aslında hiçbir şey kaybetmeyecek olduğunuzu bilmek sizi mutlu etmez miydi?

(Emine Özkanlı Saykal)  

 

SORU 19 : Gördüğüm kadarıyla okulsuzlukta her çocuğun kendi hızı baz alınıyor, çocukla ilgili gözlem yapılıyor, merak ettikçe merakına karşılık veriliyor. Sorum şu; sayılarla, renklerle veya başka bir konu ile ilgili merakının oluştuğuna nasıl kanaat getiriyorsunuz? Eğitim basamaklarını nasıl takip ediyorsunuz? Nasıl bir rota izliyorsunuz?

CEVAP 19 : İki hafta boyunca Satürn’ün halkası ve uyduları, Mars yüzeyi, Jüpiter ve uyduları, gazdan oluşan gezegenler soğumuş gezegenlerden bahsettik oğlumla. Bilim çocuk ve Meraklı Minik dergisini düzenli alır bir tarafa atarım  Onlar gelip bu ne anne bunu araştıralım demeden okumam. Bazen canım sıkılır az okuyayım derim. Ama harbiden okumak isterim. Ay ben okuyayım da çocuk gelsin diye değil. Ay tepemde biterler  O ne anne bu ne anne. Konuşur, araştırırız. Kütüphaneye gider o konu ile ilgili tüm kitaplara bakarız. Netten araştırırız. Geçen oğlum bir taktı köpekbalıklarına. Sırf köpekbalığını anlatan bir kitap bulamadık kütüphanede. Oturduk kitap yazdık. Caillou'da görmüş. Resimleri netten seçip yaptı. Bana seçtiği köpek balıkları hakkında bilgi verdi. Bu sayfalara bunu yaz dedi. Yazdım. 16 sayfalık bir kitapçık oldu. Okumaya yazmaya hiç merakı yok. Bizim zamanımızda 7 yaşında başlanıyordu okula. İkinci sınıf biterken okuma yazmayı sökemeyenler olurdu. Şu anda okuma yazma bilmediklerini zannetmiyorum o arkadaşlarımın. Ki ben de 8 yaşında okuduğumu anlamaya başladım. Geceleri yanıma el feneri alır okurdum. O derece okumak. Ama okumayla olan ilişkilerinde doğal ritimleri bozulduğu için okumaktan nefret etmiş çocuklar çok fazla. Her gün bebelerin türlü desise ve hileleri ile en az 50 sayfa kitap okuyorum. Daha da bir şey yapamam anacım. Yeri zamanı gelince öğrenirler. Kızım ise çatı ustası olmak istiyordu. Aynı zamanda yemek yapmak istiyordu. Evveli gece tuvalete kalktı. Yanıma yatar mısın dedi ve fikrinin değiştiğini, ikisine birden "yoğunlaşamayacağını" düşündüğünü söyledi. Artık sadece yemek pişirmeye yoğunlaşacakmış.(Ocak 2016) Ritim ritim ritim. Gözlem gözlem gözlem. Birçoklarına göre saldım çayıra bir anneyim. Ama panter gibiyim hâlbuki. Bebemin ağzından çıkan bir ilgi cümlesine hemen ortam hazırlarım. Gerisi ona kalır.

Kızım sonraları hayvanlarla ilgilenmeye başladı. Bir defter tuttuk, her harfe ikişer sayfa vererek önce bildiğimiz tüm hayvan isimlerini yazdık. Sonra evdeki tüm kaynakları tarayarak eklemeler yaptık. Şimdi de internetteki bir sayfadan sırayla hayvan isimleri yazıyoruz. O isteyince, onun istediği kadar.(Kasım 2016) 

(Merve Safa Likoğlu)

Matematik öğret bana anne demişti oğlum (6.5 yaş) Yaklaşık bir ay önce. Nasıl bir yol izlediğimi anlatayım. Toplama ve çıkarmayı öğrenmek istediğini anladım. Esasında günlük pratikte çok yaptığımız bir şey saymak, toplamak. Ama demek ki ilgi çekici bir şey istiyor diye düşündüm. Şişe kapaklarına sayılar, kartlara da basit toplamalar yazıp önüne koydum. Çıkarmayı orada gördü ama çok eğilmedi. Toplamaya doyamadı. 

Sonra zamanla gruplayarak topladığını fark ettim. Ki bu çarpmaya giriştir. Eğitim basamakları neye göre? Çarpma müfredatta ikinci sınıfın konusu. Ve çıkarmadan sonra geliyor. Bizim için öyle değil. Ufak çarpmalara başladık. Sonra baktım mandalina matematiğinden(günlük hayat matematiği)başka matematik kitaplarına da merakı var. 3-4 oturumda bir kitabı bitirdi. İlgisi olmasaydı o kitabı yaptırmak eziyet olurdu. Ki gerek de yok buna. Bakındım başka kitap alabilir miyim diye. Basit bir matematik kitabı aldım. Basit diyorum neden? Günlük hayatta öğrenip bildiği konuları kitaptan tak tak hızlıca yapmak hoşuna gidiyor da ondan. Bilmediği bir konuyu kitaptan öğretmeye çalışmak oldukça güç olurdu. Sonra mutfak sohbetlerimize bolca kafadan toplamalar katılmaya başladı. Matematiğin sihirli bir şey olduğunu düşünüyor. Ben de onunla eğlenmeye devam ediyorum. Ritmik saymaya merak saldı geçenlerde. Bulmacaya zaten bayılıyor. İkisini birleştiren bir ritmik sayma bulmacası buldum nette. Hemen çıktı aldım. Bayıldı. Şu an on-yüz-binik basamakları ayırd etmeye çalışıyor. Bende ona yardımcı olacak bir şeyler düşünüyorum ara ara. Çocuğun lider olduğu bir öğrenme stili esasında bu. Çok kolay. Müfredat lider olursa o biraz zor olabilir işte...(Didem Eransen) Kızıma 2. yaş günü için komşumuz ABC oyunu aldı. Tahta harfleri uygun şekillerine yerleştiriyorsun. Onları tek tek yerleştirmek çok hoşuna gidiyordu. Bu harf neydi, şu harf neydi diye soru soruyor. Onunla oynamamı harfleri açıklamamı istiyordu. Bazen de istemiyordu. Bir gün bir bahçeden geçerken 'çalıyı L şeklinde kesmişler Anne' demişti. Oradan harflere dikkat ettiğini anladım. Bir arkadaşımız ona ABC kartları vermişti. Onlarla biraz oynadık. Bunlar pek sarmamıştı onu. Sonra yazma taklidine başladı. Sürekli yazma taklidi oynuyordu. Bizim yazı yazdığımızı sürekli görüyor. Alış veriş listesi karalıyordu. yani gerçek harfler kullanmayarak. Bu değişik örneklerle aylarca sürdü. Belki de 3. yaşı böyle geçti diyebilirim, defterler kğıtlar dolusu yazma taklitleri. yazmayı içeren birçok oyun oynadık. Oyunlar hep kendi fikriydi. Bir örnek, Kart yazarıyım ben, sen bana geliyorsun, kapımı çalıyorsun, nasıl bir kart istiyorsan, ben sana o kartı yazıyorum. Bunlar tabii ki hep karalamaca. Ben ona oturup bak harfler böyle yazılır demedim. Onun karalamaca oynamasının harfleri öğrenmesinde çok önemli olduğunu nasıl bir tutkuyla oynadığından anlamıştım. Uzatmamak için detaya girmeyeceğim. Kısaca kendisi ilgi alanı çevresinde sürekli oyunlar geliştiriyor, biz de buna karşılık veriyoruz. İlgisini karşılıyoruz, ilgisinin farkındayız. Her zaman ona bir^şey sunmuyorum, o da kendisi buluyor. Bunlara hep karşılık veriyorum. Şimdi kızım 4 yaşına girdi. Son aylarda birkaç harf yazıyordu sürekli. Bir gün Anne yazı yazmak istiyorum dedi. Tamam, kağıt kalem alalım dedim. Getirdi, ama ben yazamıyorum ki dedi. O zaman gerçekten yazmak istediğini anlamıştım. ABC kartlarını getirdim. Bu A'yı yaz dedim, yazdı. Ve tüm Alfabeyi böyle yazdık. Bazen bir daha dene diye yardımcı oldum. Ertesi günü aynı oyunu oynamak istedi. 3. gün tüm alfabeyi yazabiliyordu. O günden beri bir daha oynamadık. Şimdi yine kart yazımcısı işine girdi. Bir sonraki adımlarını merakla bekliyorum. Bilmem bu sorunuza bir cevap oldu mu?

Çocuğun neleri nasıl öğrendiğini analitik bir şekilde parçalara ayırabiliriz elbette. Şahsen hayatın bizim analize etme kapasitemizden çok daha karmaşık ve detaylı olduğunu düşünüyorum. Bilim de bize ipuçları verebilir elbette, ama hiçbir zaman tüm tabloyu verebildiğini düşünmüyorum. Bana göre çoğu zaman fazlasıyla tek boyutlu geliyor. Öğrenme basamakları dediğinizde, böyle bir mekanizmayı hangi yolla görebiliriz ki diye merak ediyorum. Kızımın sürecini yukarıda okuduktan sonra ben bile annesi olarak tam olarak hangi basamaklardan veya süreçlerden geçtiğini size birebir anlatamam. Böyle bir şablon geliştirerek çocuklara bu şablonlardan bakarak ve çocukları bu şablonlara sıkıştırarak eğitmek ya geri teper ya da çocuk uyum sağladığı sürece bu şablonun uygun olduğu kanaati uyandırır sizde. Ancak tarihimizde okula gitmeden öğrenen çocuklar üzerinde pek bir araştırma yapılmamıştır. Çoğunlukla okullu çocuklar üzerinde araştırmalar yapılıyor. Kesişmeler olabilir elbette. Ama okula gitmeden yazmayı, okumayı, çarpmayı, bölmeyi öğrenen çocukların bin bir renkli hikâyeleri ağızdan ağza dolaşmıyor maalesef. Bizim çabamız da bu. Bu hikâyeleri anlatmak. Bilmem aklınızdaki sorulara biraz daha yaklaşabildim mi?

(Zekiye Baykul)

Son zamanlarda kendi kendimi yönlendirdiğim bir öğrenim süreci içerisindeyim. Şimdiye kadar okul ve üniversitede tecrübe ettiğimden çok daha farklı bir süreç bu… Bazen öyle deneyim ve bilgileri birbirine bağlıyorum ki, ikisi arasında görünürde bir alaka olmuyor. Tâ çocukluktan gelen bir hikâyeyi ya da kulak dolgunluğunu şimdi öğrendiğim bir şeyde merak kapısı olarak açabiliyorum. Bütüncül olarak bakmaya başladığımda aynı anda hem geçmişten hem şimdiden hem de çok farklı deneyim ve konulardan bilgi çağırıyorum ve çok farklı şekillerde kendimi yönlendiriyorum. Belli bir sistematik var diyemem. Belli bir öğrenme hedefim için farklı konulardan paralel olarak ilerleyen çok öğrenme var aynı anda diyebilirim. Çoğu sürprizli oluyor  Bunun çocuğum için de benzer olduğunu tahmin ediyorum. Eskiden unutma sorunu yaşardım. Yazar isimlerini unuturdum, nerede okuduğumu unuturdum. Şimdi çok fazla konuyu aynı anda öğreniyor olsam bile unutmuyorum. İhtiyacım olan bilginin konu konu, başlık başlık ya da basamak basamak ilerlemiyor oluşu bütündeki parçaları tamamlamamda kolaylık sağlıyor. Bazen bir şeyi nasıl öğrendiğimi (sezdiğimi) bile tam bilmiyorum  uzun bir zaman önce çok değiştim. Kızımla güvenmeyi öğrendim, kendime de güvenmeye başladım. Bir özgüven meselesi olarak değil. Doğama, bedenime, kendime özgü yoluma duyduğum güven… Sürece teslimiyet ve süreçten keyif alma hali. Bu benim için çok şeyi değiştirdi. Bütüncül bakmayı öğrendim. Didem Hanım'ın anlattığı gibi basamak basamak anlatabileceğim bir şey değil. Tek boyutlu değil. Çok yönlü ve çok boyutlu… Tarifi zor.

(Şule Seda Ay)

Merhaba. Öncelikle 'okulsuz eğitim uygulayan anne' tamlaması üzerinde bir iki kelam etmek isterim. Bana göre okulsuz eğitim uygulanabilirlikten ziyade yaşanabilirlik üzerine kurulu. Uygulama kelimesi daha çok  maruz kalmayı çağrıştırıyor bana. 9,5 yaşında bir kızım ve 4,5 yaşında bir oğlum var. Kızım için somut olarak yaptığımı hatırladıklarım şunlar. 2,5 yaşındayken harfli, rakamlı legolar almıştım. (BİM’den) Defter, kalem bol bol. Bir de kendine ait küçük bir çalışma masası. O dönem oyuncaklarla hiç ilgilenmedi, şimdi ilgileniyor

Markete, pazara, her yere birlikte giderdik. Meyveleri poşete koyarken  “bu bana, bu babama, bu anneme. Etti üç” derdi. Eve gelince onları paylaştırırdı(bölme). Sofrayı kurarken çatal, kaşık, tabak koyarken aynı şekilde dört işlem kullanırdı. Fındık, fıstık da çok kullandığımızı hatırlıyorum bunun için. Bilgisayardan not defterini açar, orada yazar çizerdi. Hesap makinesi kullanırdı. Bir de abaküsü vardı. 

Kızımla oğlum arasında beş yaş var. Yani o beş yaşına gelene kadar biz hep beraberdik ve ben onunla olmaktan çok keyif alıyordum. Zaman daha yavaş akıyordu sanki. Yatağın üzerine uzanırdım. Neyle ilgilenmek istiyorsa alır yanıma gelirdi, ben de onu izlerdim. Sorduğunda cevaplardım. Öğrendiğini gördükçe şaşırıp, mutlu olurdum. Bu onu daha da heveslendirirdi ve çabucak sonraki adıma geçerdi. Materyal önemli de olsa da daha da önemlisi onun heyecanına ortak olmaktı bence. Kardeşi doğduktan sonra hayat biraz daha hızlı akmak zorundaydı bizim için. Artık kitap almaya başlamıştım. Matematik etkinlikleri, bulmacalar, sudokular, mantık soruları içerikli şeyler… Kendi kendine yapıyordu çoğunlukla. 6 yaşındayken 3. Sınıf matematik kitaplarını rahatlıkla anlayabilecek durumdaydı. Kitap okumayı, okutmayı çok severdi. Kelimelerle arası iyiydi ve bu durum matematik öğrenmeyi kolaylaştırıyordu. Elma mandalina dilimleriyle kesirleri öğrenmişti.Bir de o süreçle ilgili hafızamda kalan fotoğraf şudur. Ben hamileyken elimde örgü oturuyorum. Kızım küçük masasıyla önümde oturuyor, öğretmencilik oynuyoruz. İki harfi birleştirmeyi bu şekilde öğrenmişti galiba. Al,ak,ay,el,ek,em… gibi.Biraz da oğlumdan bahsedeyim. Onun önüne iki yap-boz parçası koysam ya konuşturuyor, ya savaştırıyor  Hikayeler uyduruyor onlarla ilgili. Dışarıdan bakına hiç ilgilenmiyor gibi duruyor ama harfleri, birleştirmeyi ve rakamları öğrenmiş. Geçenlerde yeğenimle bilgisayardan hava durumuna bakıyorlardı. Bizimki iki basamaklı sayılarıokuyunca şaşırdılar. O çaktırmadan öğreniyor sanırım  

Şimdi kızım 9.5 yaşında. Bazen problem çözerken, benim bildiğim yöntemden farklı şekilde çözerek doğru cevaba ulaştığını görüyorum. O yüzden bir öğreticiden ziyade istişare edebileceği biri gibi durmaya çalışıyorum yanında. Bazen soru sorarken buluruz doğru cevapları çünkü. Bir de matematikteki o ahengi, kafiyeyi keşfettiği zaman çok daha keyif almaya başlıyorlar. Matematiği çok önemsiyorum. Tek başına bir bilimden ziyade düşünceyi şekillendiren bir şey bence… Kızıma rehberlik edebilmek için matematikte kendimi aşmam gerekecek, bunu biliyorum.

(Hülya Çalışkan)

Öğrenmenin basamak basamak ilerlediği önermesi bana göre bir sorun teşkil etmiyor. Kimi insan öğrenmeyi öyle sezinliyor, buna inanıyor olabilir. Ben burada onu ikna etmeye çalışmam. Bu belki onun için çok önemli bir basamaktır.  Ve kendi içinde de doğru olarak sezinlediği bir yoldur. Saygı duyarım ve önemserim. Ancak bunu bir metoda indirgeyip başka insanlar üzerinde uygulamaya soktuğumuzda ve bu insanlara bir seçim alanı bırakmadığımızda (bu yapılıyor demiyorum, yanlış anlaşılmasın) bana göre sorun çıkabiliyor ortaya. Çocuk kendisi bir metot seçebilir, anne baba önerebilir, bence bunda bir sorun yok. Bilim bugün bunu buluyor yarın başka bir veriyi ekleyip tablo değişiveriyor. Bu da güzel ve doğal da… Çünkü bütünü elde etme kapasitemiz yok. Bu yüzden ben de bilimin birçok penceresinden bakmayı severim. Fakat bilim de bu kültürün içinde yoğruluyor. İstese de istemese de baktığı bir lens var ve bu lens de sınırlıdır, çünkü insanın algı kapasitesi sınırlıdır. Yine de bilimden faydalanıyoruz. Eminim herkesle benzer endişelere sahibizdir. Çocuğun tutkusunu, heyecanını ne besliyorsa ben ona özen göstermeye, desteklemeye çalışıyorum. Nörobiyolojide böyle bir şey vardır. Coşkuyla yaptığınız şeylerde beyninizin bununla ilgili alanı gelişiyor, büyüyor, biz de birçok yönden gelişiyoruz. Otomatikman da yaptığımız şeyi çok iyi yapıyoruz ve yoğun bir öğrenme sürecinde buluyoruz kendimizi. O alan başka alanlara itiyor bizi. Sanırım bunu herkes deneyimlemiştir. Konulara ince motor açısından bakmıyorum ama mesela kızımın bıçak, makas, iğne, araç gereçleri kullanabilmesi için onu hiç uzak tutmadım bunlardan. İnce motoru gelişsin diye değil. O da hayatı öğrenmek istiyor, testereyi kullanmanın zevkini o da tatmak istiyor diye. Zaten kendisi de bunları gördüğü için kullanmak istiyor. Bazen de bir şeyi henüz denemek istemediğini görüyorum. Mutfaktaki araç gereçleri kullanmak istiyor birçok çocuk gibi. Yani özel bir program izlemedim, bir metot üzerinden çocuğumla ilişkilenmiyorum. Hayatı temel alarak ilişkileniyorum. Bunu pek anlatabildim mi bilmiyorum. Hayatımızda olan her şeye kapıları açık tutuyorum. Sanırım benim açımdan çok fazla çocuğa odaklanmak değil, aslında kendi yaptıklarıma odaklanıp çocuğuma bu kapıları açık tutmak. Arkadaşlarımızı, komşularımızı, ailelerimizi bu işe kattığımızda zaten keşfedecek o kadar çok şey var ki. Eşimin de benim de birçok ilgi alanımız var. Öğrenmeyi seven insanlarız, bunu da okulsuz duruşun kaçınılmaz bir parçası olarak görüyorum. Bu tabii ki benim fikrim.

Okulsuzluk sadece çocuğumuz için değil kendimiz için de geçerli. Ayrıca her aile gibi okulsuz hayatımızda karşılaştığımız sorunlar oluyor, inişler çıkışlar oluyor. Yani mükemmel görünen bir tablo çizdiysem bunu da ek bilgi olarak ekleyeyim

(Didem Eransen)

Birkaç açıdan tartışmaya dahil olmak isterim. 

Birincisi annenin öğretmenliği: Ev okulu yaparken çocuğun gelişim basamaklarını atlama ihtimali mevzuu. Ben bunu çok isronik buluyorum. Zira burada klasik manada öğretmen olması gerekmediği konusu bir yana(bu zaten okulsuzluğun temel argümanı)kendi aldığımız eğitimin çocuklarımıza bilgi aktarımı yapamayacak denli yetersiz hissettirdiğini fark ediyor muyuz? Çocuğun sorduğu sruyu öğrenebileceği ilgili kaynaklara yönlendirebilen bir rehberlik bahsettiğim. Bunu yapamayacak olabiliriz demek, aldığımız bunca eğitimin fiyasko olduğunun göstergesi değil mi? 

İkincisi ise basamaklar ve  alternatif eğitim konusu: Keşfedilmiş basamaklar ve keşfedilmeyi basamaklar diye ikiye ayırmak istiyorum. Zira bütün eğitim sistemleri farklı öğrenen çocukları keşfederek, gözlemleyerek ve onun basamaklarını göz önüne alarak oluşturulmuş. 

Bu sistemlerin asıl başarıları “çocukların bir şeyleri öğrenmek için ille de buralardan geçmesi lazım” yaklaşımın dışlayarak sıçramalara, çapraz geçişlere izin verilmesi. Örneğin, montessori. Tüm çocukların tüm materyalleri kullanması gerektiğini düşünmez. Çocuk ihtiyacı olan seviyede materyalle oynar. Hatta birkaç materyali birleştirebilir. Farklı basamaklardaki başka çocukları görerek öğrenmeye motive olur. Dolayısıyla alternatif eğitimler basamakları keşfeder ama çocuğa bunu dayatmaz, farklı metotlara izin verir. Buradan da çocuklar için öğrenmeyi belli kalıplardan çıkarmak, onlara kendi yollarını keşfetmeleri için izin vermenin, öğrenemenin gerçekleşmesi için hayati bir tavır olduğu sonucunu çıkarıyorum ben.

Son olarak; Anlamlılık ve Amaçlılık eğitim basamaklarının neresinde? Bu basamak atlandığında neler oluyor? Klasik öğretimin ıskaladığı en önemli nokta burası gibi geliyor. Matematiğin hayatta tekabül ettiği yeri bilmemek, anlayamamak, kimyayı hayatın içinde tecrübe edememek havada bırakıyor tüm bilgileri. Belki çocuk ezberliyor, analitik olarak ilerliyor olsa da gerçekten öğrenmiş oluyor mu? Yoksa öğrenim hemhal olmayla mı alakalı? Bir büyük soru da bu…

(Zekiye Baykul)

 

SORU 20 : Çocuğunuzun hep yanında olamazsınız. ya cocugunuz sudan cikmis balik gibi olursa ben sayfanizi takiben buldum takip ediyorum..kafama takilan cok soru var kizlar..bende okulu ilk basta sevmezdim.ama sonra aliskanlikla seviyorsun veya zorla sevdiriliyorsun..dusunuyorum annemde beni gondeese idi suan cok kizardim..ya buyuyunce bunun hesabini veremezseniz..arkadaslari olcak kendi kendine yetmeyi ogrenecekler bunu yaninizda tutarak yapamazsiniz..sudan cikmis balik olurlar..ileride esleri tarafindan dislanirlar herkes hatirasindan arkadaslarindan bahsederken sizin cocugunuzun tanidigi insan sayisi hayata bakisi..bir anne bunu cocuguna nasil yapar aklim almiyor..ileride sizden hesap sorcak cocuk bugun sikilir yarin sikilmaz ama siz onundeki gelecegini yakiyorsunuz...uzucu..bu devirde okula giden zararli cikmiyor gitmeyenler zararli oluyor..cocugunuzu hayatinin 16 yasina kadar sıkılacak diye geri kalan hayatini bosa cikaracak belkide boslukta birakacaksiniz..bu vebale nasil giritorsunuzz ya yarin bigun birinize bisi olsa bunu dusunun ne yapcak o cocuk..siz hep yaninda olamazsiniz..hayata karismasi icin okul sartt..bundan ote cocugunuza kotuluk etmis olursunuz..ben esim okul hayati olmasin eminim ezik pisirik veya meslek sahibi nasil olur veya kendine guvenii...kizlar ezilir..bu devirde okumamaktan geliyor diploma sartt yosa cocuklarin gelecegine kiyarsiniz.herkes okula giderken siz onu enfazla 11 yasina kadar tutarsiniz ya sonra dizinizin dibinde dusunemiyorumm

CEVAP 20 : Şimdi kaygılarınıza binaen anlatayım; ben üniversite mezunu bir öğretmenim, eşim ise okulsuz bir yazılımcı. Ha ticaret de yapıyor. 

Endişeleri ele alalım;

Para; Bir öğretmenin iki bazen üç katı kazanıyor, e hoş ben Er-rızku Allah diyenlerdenim ama somut düşünenler için bu cevabım.

Arkadaşlık; Öyle arkadaşları var ki maddi/manevi durumda ilk aranacaklar listesinde, aile bireylerinden önce geliyor. Benim ise küçük bir ailem ve iş yoğunluğuna sıkışmış arkadaşlarım var. Bunlar da üniversite arkadaşlarım, çok yoktur ilk ve ortaokul arkadaşı ile görüşen.

Etiket; Günümüzde etiket değil "fikir" değer görüyor artık. Orjinal bir fikriniz varsa dinlenirsiniz, para kazanırsınız, çevre yaparsınız. Hala etiket diye düşünenler, günümüz çağına pek ayak uyduramamış zannımca.

Bilgi; Edebiyat mezunuyum, derslerde eski edebiyattan ötürü Farsça gördük fakat eşim benden daha iyi farsça bilir, hatta internette mahlas kullanarak yazdığı farsça şiirleri vardır, tamamen ilgi-bilgi etkileşimi yani.

Hesap sorma; Diğer kardeşleri okumuş, yurtdışında da okumuş ancak eşim bu konuda "iyi ki sınırlandırılmamışım" der ve ailede "o ne yapar yapar başının çaresine bakar" denilecek kadar güven sağlamıştır. 

Bunlar bizim tecrübelerimizden basit ve küçük örnekler bu nedenle okulsuzluk ütopya değil bizzat tecrübe kaynaklı bizde. Tüm bunların yanı sıra düşünülen kötü ihtimaller her iki durum için de geçerli. Mesele kötü ihtimaller üzerinden gelecek planı yapmaksa , çocuğum okulda uyuşturucuya alışır, okula giderken servis kaza yapar, yolda araba çarpar vb... Evladım için kötüyü düşünerek geleceğe bakarsam okullu ya da okulsuz her varyasyon da felaket tellallığı yapabilirim. Oysa ben bunu yerine okullu ya da okulsuz için güzel düşünüyor ve güzel düşlüyorum, siz iyiyi çağırıyorum deyin .

Geleceğe umutla bakarken okulluluğu tercih edenlere saygı gösterip, okulsuzluğu tercih ediyorum.

(Ayşegül Kanat)

Devamsızlık Cezası Hakkında:

Sürekli soruluyor, bir başlık açayım dedim. Şu linke tıklarsanız ilköğretim kanununa ulaşabilirsiniz, kanunun dili gayet sade ve anlaşılır: http://mevzuat.meb.gov.tr/html/24.htmlYine de kısaca ben de açıklayayım. Çocuğunuzu okula göndermek zorundasınız, kural bu. Kurala uymazsanız yaptırımı yani cezası nedir? Göndermediğinizde her mesai günü için 15 TL para cezası. İlk dönem 90, ikinci dönem 90 gün olmak üzere 180 gün var bir öğretim yılında. 180 X 15 TL = 2700 TL yıllık para cezası gelebilir bir yıl içinde en fazla. Eğer 180 günün hiçbirinde göndermediyseniz ayrıca 500 TL idari para cezası kesilir, 2700 TL + 500 TL = 3.200 TL yıllık para cezası gelir.Onun haricinde velayet hakkınızı elinizden almak üzere size karşı dava açamazlar, açsalar bile sadece bu nedene dayanarak kazanamazlar; zira velayetin kaldırılması davası çok ciddi bir davadır, her olayda tatbik edilmez. Bugüne kadar örneğine rastlanmamış zaten.Eğer borcunuzu ödemez ve çocuğu da göndermezseniz 15 günlük tazyik hapsi ile zorlanabilirsiniz, ama 15 günden fazla hapiste tutamazlar ve sadece 1 sefer verebilirler bu cezayı. Bu da çok ender rastlanabilen bir durum…İlköğretim kanununda açıklar var. Kanun ilköğretimin ilk 3 senesinde sadece bir tam dönem gitmeyen çocuklar sınıfta kalır diyor. Bu durumda, kanunun aksi anlamında anlaşılan, çocuk her dönem bir gün bile okula gitmiş olsa sınıfta bırakılamaz, ancak velisinin imzası ile sınıf tekrarı yaptırılabilir. Bu durumda para cezası ödemeyi göze alan her veli, çocuğunu her dönem sadece birer gün okula göndermek suretiyle ilk 3 seneyi geçirtebilir.4-5-6-7-8. sınıflarda 20 günden fazla raporsuz devamsızlık sınıfta kalma nedeni sayılıyor. Ancak 14 yaşına gelmiş her birey, halk eğitim merkezlerinde okuma yazma bildiğini ispat etmek suretiyle ile ortaokul ders sınavlarını dışarıdan verebiliyor. Bu durumda 4 ila 8 sınıf arasında para cezası ödemeyi göze alıyor iseniz çocuğunuzu okula göndermeyip 14 yaşında dışarıdan derslerin sınavlarına girmesini sağlayabilirsiniz. Ayrıca 5 ila 8. sınıflar arasında 1 veya iki sene okulu dondurup çocuğu hafızlığa yönlendirmeniz de yasal. Bu durumda okulu dondurmamazlık yapamıyorlar.Liseyi de açık lise üzerinden okuması mümkün çocuğun. Yani 8 ila 12. sınıflar arasında açık liseye devam eden bir çocuğun devam zorunluluğu da para cezası riski de olmuyor.Artık ilkokul ve ortaokul diplomaları yok, sadece 12 senelik zorunlu eğitimden sonra verilen lise diploması var. Onu da ekleyeyim.Başka sorusu olan var mı?

(PINAR TOKELLİ)